Atilla Çelik: İlk olarak şunda kesinlikle anlaşalım. Rijkaard’ın işi hem Derwall hem de Piontek’e nazaran fersahlarca daha kolay. Çünkü Derwall ve Piontek yokluklar ve hiçliklerden zenginlikler yaratmışlardı. Derwall ülkemize geldiğinde olmazsa olmaz altyapılardan biri olan tesisler bile yoktu doğru düzgün. Onu geçtim, çalışabileceğiniz sağlıklı bir sahaya bile sahip değildiniz. Derwall’i bir nevi Adem – Havva’daki Adem’e benzetebilirsiniz. Çünkü sıfırdan bir çok şeyi gerçekleştirmek zorunda kalmıştı. Keza Piontek ise ilerleyen yıllarda adından söz ettiren Türk Milli Takımı’nın temellerini atan isimdi. Derwall ve Piontek’in bıraktığı iki isim Denizli ve Terim Türk futbolunun çehresini değiştirmişler ve rüya gibi başarılara imza atmışlardı, bundan 25 yıl öncesine düşündüğümüzde. İki isim komple Türk futboluna, her anlamda büyük hizmetlerde bulunmuşlardı.
Rijkaard’ın durumu daha farklı. Rijkaard direkt Türk futbolu için gelmedi. En azından asıl işi Türk futboluna katkıda bulunmak değil, Türk futbolunun önemli kulüplerinden biri olan Galatasaray’ın çehresini değiştirmek için geldi. Şu an için ülkemize gelecek adına bırakacağı ve yetiştirdiği bir isimden söz etmek de mümkün değil. Zaten gayet genç bir hoca olduğu için an itibariyle öğrencisi olacak bir hoca konumunda değil. Ayrıca Rijkaard gayet mükemmel tesislere ve oldukça üst düzey oyunculara sahip olan üst düzey bir takıma geldi. Derwall ve Piontek’in yokluklar yaşadığı bir ortama değil.
Rijkaard’dan en büyük beklentim günümüz planlı, sistemli ve programlı modern futbolunu Galatasaray’a monte etmesi ve akabinde hem söylemleri, hem tavırları, hem de yaptıkları ile dolaylı olarak Türk futboluna bir ilham kaynağı olabilmesi ve bunun sonucunda hem diğer takımlarımızın ve hem de futbol federasyonunun Milli takımı düşünerek alacağı kararlarda Rijkaard ve Neeskens doğrularından feyz alabilmesi olmalıdır.
Galatasaray’ın bu sezon transfer ettiği futbolcuları kısaca değerlendirmek gerekirse neler söylemek istersiniz? Ayrıca Galatasaray’ın iki sezondur kaliteli yabancıları kolayca Türkiye’ye getirmesi Galatasaray’ın vizyonunu mu ortaya koyuyor?
Galatasaray’ın iki yıldır kaliteli yabancıları ülkemize getirmesi vizyonunun bir parçası ama tek başına kolayca getirebilme nedeni değil. Bunu daha iyi açıklayabilmek için Kewell’ın geçenlerde verdiği röportajda ettiği bir lafa kulak kesilmemiz lazım. Kewell Galatasaray’dan ilk teklifi aldığında çok şaşırmış ve asla kabul etmemiş. ‘Hayır, hayır, hayır, olmaz’ diyerek direkt tepkisini koymuştu. Ama hemen ardından şunları söylemişti: “Hep pozitif davrandılar, sürekli geri geldiler ve her şeyi doğru yaptılar.”
Görüldüğü üzere Galatasaray yönetimi tüm adımları doğru attığı, kulübü iyi tanıttığı, geleceğe yönelik planları iyi aktardığı ve sağlıklı bir yapı kurup büyük başarıları hedeflediğini kanıtladığı için kaliteli oyuncuları getirmekte hiç zorlanmadı. Hem de fahiş bedeller ödemeden. Galatasaray’ın marka oluşu da önemli bir etken ama asıl önemli olan etken, futbolcu ile karşı karşıya geldiğinizde daha ilk andan itibaren o futbolcuya aidiyet duygusunu hissettirebilmenizdir. Galatasaray yönetiminin başardığı şey buydu.
Atilla Çelik: Öncelikle şu anki çıkışın en büyük sebeplerinden biri yönetim, teknik ekip, oyuncular ve taraftarlar arasında müthiş bir kan uyuşmasının gerçekleşmesi ve kimyasal bağın oluşmasıdır. Artık taraftarlar Ali Sami Yen’e bambaşka duygularla geliyorlar. Stadın koltuklarında otururken farklı hislerle dolup taşıyorlar ve sonuna kadar takımlarına güveniyorlar. Çünkü Rijkaard iş başı yaptığı günden beri tüm eksikleri ve yanlışları sürekli söylemiş, bu söylemlerini çalışmalarıyla gerçeğe dökmüştü. Geçen yıl psikolojik ve fiziksel anlamda oldukça yıpranmış takımın yeni bir psikolojik süzgeçten geçirilerek mental olarak yoğrulması ve akabinde fizik olarak bitmiş takıma bundan 3-4 ay sonrasının kimyasal bileşimlerinin değerlerini öngörerek yapılan yüklemelerin başlangıç itibariyle fitili ateşlediğini söyleyelim. Rijkaard’ın bu başarıyı yakalamasındaki en önemli pay ise biraz da futbolculara bağlı. Çünkü Rijkaard geçtiğimiz günlerde Galatasaraylı futbolcuların öğrenmeye çok açık olduklarını, çabuk öğrendiklerini, bunu yapabilecek akla ve zekaya fazlasıyla sahip olduklarını deklare etti. Bir oyuncunun yaşı ne olursa olsun sürekli öğrenmesi ve öğrendiklerini uygulayabilmesi ilgili takımı farklı bir kimliğe dönüştürecektir. Rijkaard ve teknik ekibinin isminin büyüklüğünün de getirdiği bir süreçle, takım içinde ülke insanımıza özgü olan “abi, kardeş, saldır aslanım, manevi güç odaklı” kişilik kalıplarının elle itilerek (buna gönderilen bazı oyuncular da dahil) tamamen profesyonel, işini ciddiye alan, disiplinli ve ne yaptığını bilen oyuncular topluluğuna evrilmesi olayı tamamen farklı bir boyuta getirdi. Galatasaray Rijkaard ile birlikte takım olarak oynamaya, birlikte hareket etmeye, yıldızların bile yedek kulübesinde sus pus durduğu ve ses çıkaramadığı bir nefese kavuştu. Tüm bu farklılıkları üst üste koyduğunuzda ve futbolcuların da futbola duyduğu açlığı eklediğimizde, ilgili çıkışın nedenleri kolayca anlamlandırılabilir.
Sabır mevzusuna gelince, Rijkaard ile ilk sözleşme imzalandığında kimse bir anda bu tarz bir nevi yenilmez armada beklemiyordu. Çünkü bazılarımıza göre Rijkaard ülkemiz futbol yapısını ve diğer takımları bilmiyor, Daum ve Denizli gibi Türkiye’de kurt ve ülke futbolumuz anlamında daha deneyimli hocaların olduğu bir ortamda daha fazla zorlanacağı, takımı tanıyana kadar puanlar kaybedebileceği ve skorsal anlamda sorunlar yaşayabileceği öngörülüyordu. İlk olarak sabır kelimesi buna yönelikti. Daha büyük başarılara sabretme güdüsü ise ancak bundan sonra gelebilecek bir şeydi. Çünkü herkes biliyordu ki, Rijkaard eninde sonunda bu takımı değiştirecek ve ileride büyük başarılar kazandıracaktı. Bunun meyvelerini görmemiz uzun zaman alabilirdi. Ama bu meyveleri daha erken görmeye başladık.
Geçtiğimiz dönemde Skibbe teknik direktör olduğunda da onu çok desteklemiştiniz. Skibbe döneminde Galatasaray’ın eksikleri nelerdi ve madem Rijkaard’ı getirebilme potansiyelimiz vardı, sizce neden Skibbe tercih edildi?
Atilla Çelik: Skibbe kesinlikle kötü bir teknik direktör değildi. Futbolun bazı dinamiklerini ve Galatasaray’ın geçen yıl Skibbe haricinde yaşadığı buhranları üst üste koymadan Skibbe’nin kötü hoca olduğunu söyleyenler, ezbere yorum yapıyor ya da futbolu dar alanda düşünüyor demektir. Kötü denilen Skibbe günümüzdeki Galatasaray’ın akıl futbolu oynayabilmesi anlamında öyle ya da böyle ilk tohumları atan kişiydi. Kötü olduğu söylenen Skibbe, yıllar sonra Avrupa arenasında Galatasaray’ı oyun anlamında çıkışa geçiren, rakibini mahkum eden ve futbolu bilerek oynayan Galatasaray’ın taktiklerini veren adamdı. Şunu kabullenirim ki, Avrupa arenası maçlarındaki taktikleri Türkiye ligleri maçlarındaki taktiklerinin daha ötesindeydi.
Skibbe dönemindeki Galatasaray’ın eksiklerinde hatanın en küçüğü Skibbe’deydi. Çünkü yönetim de bazı söylemleri ve itirafları ile bir nevi bu sözümü haklı çıkarmıştır. Geçen yılki en büyük sorun kulüp içindeki çok başlı yönetimdi. Adnan Polat, Haldun Üstünel, Adnan Sezgin Florya tesislerinden dışarı çıkmıyor, bizzat antrenman sahasının yanında duruyor ve bu da çok başlılığa işaret ediyordu. Takım içindeki arkadaşlığın çok iyi olduğu söylense bile arabesk bazı duyguların baskınlığı, bazı oyuncuların disiplinsizliği takım olma olgusunu bitirmişti. Bu duruma sebep olan şey, Skibbe’nin yumuşak yüzünden ziyade yönetimin bazı iç işlere bizzat müdahale etmesi ve rahat çalışma ortamını engellemesiydi. Eldeki kadro çok iyiydi ve kim olsa bu işi kotarır, biz de istediğimiz gibi karışırız tarzı bir yönetim zafiyeti vardı. Bu yönetim Lincoln’ü adam edemediğini ve bir türlü yönetemediğini bile itiraf etti. O yüzden kimse bütün suçu Skibbe’ye yüklemesin. Skibbe çok profesyonel oyuncular argümanı bekliyordu ülkemizde, tıpkı Almanya’da olduğu gibi. Ama burası Türkiye’ydi. Kendisi de Skibbe; Ferguson, Wenger ya da Mourinho değildi. Gayet de karakterli ve efendi bir adamdı Skibbe. Ona dair en önemli eksikliğin ise futbolculara çok güvenmesi, üst düzey bir yükleme yapmaması, yumuşak yüzlülüğüydü diye düşünüyorum. Takım ve kulüp içindeki dinamikler o kadar dağınıktı ki, buna Skibbe’nin yapabileceği bir şey yoktu. Çünkü yönetim nasıl olsa bu kadar kaliteli oyuncuların ölüsü bile yeter diye düşünüyordu ve yanlış düşünüyordu. Rijkaard gibi bir hocanın o esnada getirilmeme nedenlerini ise satır aralarında muhakkak okumuşsunuzdur. Aynı yönetim bu satır aralarını o kadar iyi okudu ki, çok üst düzey bir hocayı getirerek tamamen aradan çekildiler ve teknik hiçbir işe karışmamaya başladılar.
Rijkaard ile beraber bazı futbolcularımızın vizyonu değişti diyebiliriz. Mesela Arda Turan geçmişte denenmesine rağmen oyun kurucu pozisyonunda verimli olamıyordu. Rijkaard sonrası oyun kuruculuğu geçtik, bir nevi Iniesta gibi oyunun iki yönünü oynamaya başladı. Sizce Arda Turan’ın piyasası nedir ve ondan 40 milyon euroları kazanmak mümkün mü?
Atilla Çelik: Günümüzde en değerli oyuncular kimlerdir? En büyük paralar kimlere sayılıyor? Kimlere yıldız deniyor? Tabii ki takımı için çok faydalı oynayan ve bu faydasını takımın gol sayısına da eklettiren oyuncular. Bu tür oyuncular sistemin vazgeçilmez parçacıklarıdır. Her an tek bir hareketleriyle maçı değiştirirler ve oyunun büyük çoğunluğunda takımın can simidi konumundadırlar. Eğer bu oyuncular bir de genç iken bunun parıltısını veriyorlarsa ve gelişime son derece açıklarsa bu tür oyuncuların piyasası büyük kulüpler bazında takip edilir seviyede olacaktır.
Lincoln konusuna değinmeden olmaz. İlk sezonunun koskoca bir kayıp olmasının ardından Skibbe ile beraber bir süre iyi gittiği dönem vardı. Sonrasında ise futbol anlamında iyice düştü. Baktığımızda kamplara katılmayan, son derece sorumsuz, profesyonellikle alakası olmayan bir futbolcuydu. Tabi bunlar bizim görüşlerimiz. Siz Lincoln için neler söylemek istersiniz?
Atilla Çelik: Lincoln’ün yetenekli olduğunu söylemekle işe başlamalıyız. Ama ilk kez bu röportajdaki bir soruyu uzun uzun cevaplamayacağım. Geçen yıllardaki Lincoln’ü aklınıza getirin. Bir de bu yıl Elano, Kewell, Baros, Nonda, Keita gibi yıldızların yedek kulübesinde takım arkadaşlarını nasıl heyecanla izlediklerini ve futbol oynama iştahıyla parmaklarını yaladıklarını. Tabii oyundan alındığı zaman direkt soyunma odasına giden Lincoln’ü de unutmayalım. Sizce yeterince açık mı cevabım?
Atilla Çelik: En tepede kesinlikle Arda Turan yer alıyor. Çalım sevdasından biraz uzaklaşabilirse kendisi için çok daha iyi olacaktır. Bunun dışında yukarıda bahsetmiştim gelişiminden. Mustafa Sarp ise beni fazla şaşırtmadı. Formayı alacağını biliyordum ama bu kadar etkili olacağını beklemiyordum. Keita ise çok etkili bir oyuncu ama tam olarak hazır olduğu söylenemez. Fakat takıma bir enerji ve sinerji getirdiği bir gerçek. Sabri’ye burada apayrı bir parantez açmakta fayda var. Bu sezon oynadığı futbolla bir çok kitleyi şaşırtıyor. Futbolunu bir kenara bıraktım, artık hakem ve rakip oyuncularla oralı olmaması bile takdire değer. Baros ise son dönemlerde sistemin en önemli parçalarından biri olduğunu göstermeye başladı. Diğer oyuncular ise zamanla daha iyi olacaklardır. Ben hala çok mesafe kat edeceklerini düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder