18 Ocak 2010 Pazartesi

Ariel Ortega {No Pain No Gain} Röportajı

Beşiktaş'lı bir blog olan Noat Samisa'dan sonra, Fenerbahçe'lilerin başı kel mi diye düşündük ve kel olmayan bir arkadaş bulduk :) Daha önce soru alımı yaptığımız Hasan'a kendi sorularımız ile birlikte sizin sorduğunuz soruları harmanlayarak 16 soruluk bir söyleşi hazırladık. Hasan'a özelde teşekkür ettik ama bir de buradan teşekkür edelim, zahmet etti, vakit ayırdı ve hepsinden önemlisi samimi davrandı. Gerek tavrı gerekse verdiği cevaplar için önce blog, sonra okuyan herkes adına Hasan'a teşekkür eder, No Pain No Gain bloggeri Ariel Ortega'nın cevaplarıyla sizi başbaşa bırakırım. Buyrun efendim;

1- Herkesin bildiği nick ile Ariel Ortega, az kişinin tanıdığı hâliyle Hasan Muradoğlu kimdir? Ne iş yapar, nelerden hoşlanır?

Hasan Muradoğlu;
25 yıllık bir adet Fenerbahçe taraftarıyım. Manisa doğumluyum. Kocaeli Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatından mezun olduktan sonra, Marmara Üniversitesi’nde Formasyon eğitim aldım. Akabinde askere gittik geldik. Şimdi ise İngilizce öğretmenliği yapıyorum. Bundan 5 yıl önce biri bana gelip “Sen eğitimci olacaksın” deseydi gülüp geçerdim herhalde. Bugün ise eğitimci olmayan bir ailenin eğitimci çocuğu olarak biliniyorum. Gerçi hayat bu belli olmaz, belki ileriden bambaşka bir işle de uğraşabiliriz. Futbol ve sinemayı seviyorum. Bunları her fırsatta dile getiriyorum zaten. Bir de kadınları seviyorum tabii.


2- Çoğu kişiden önce, 2006'da başlamışsınız bloglamaya. "Boş vaktim çok başlayayım bari" diyerek olmuş bu başlama. O günden bugüne geçen 3 senelik süreçten biraz bahseder misiniz?

Hasan Muradoğlu;
Evet dediğiniz gibi Türkçe içerikli futbol bloglar aleminin eskilerindenim. Hatta piyasanın en eski 10 blogundan birisi herhalde Ariel Ortega blog. İlginçti o günler. İşin bu kadar büyüyeceğini düşünmüyordum. Dahası 1 yıl sonra aynı şevkle yazar mıyım, diye kendime sorardım hep. Bugün bakıyorum gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda bahsediyorlar blogdan. Birkaç gün yazmazsam merak edenler oluyor, halimi hatırımı soranlar oluyor. İşte böyle söyleşiler oluyor. Çok ilginç hakikaten. Lakin öte yandan tedirginim biraz. Bu tarz işlerde farkından olmadan sınırı geçerseniz kendinizi olmadığınız yerlerde görebilirsiniz. Hemen bu durumu görmekte o noktalarda zordur. Tepetaklak olursunuz. Onun için bu ilgi alaka beni zaman zaman tedirgin ediyor. Şu aşamada tıpkı ilk günkü gibi kafama takılan herhangi bir olayı dilim döndüğünce yazmaya çalışıyorum. İlk yazmaya başladığımda mümkün mertebe dini konulara girmeyeceğim demiştim. Bu konuda yaklaşımım hala ayndır. Yazmamaya çalışırım. Lakin son zamanlarda siyasetle ilgili de yazmamak zorunda olduğumu hissettim. Zira hangi olayı ya da kişiyi eleştirseniz, bir şekilde o kişileri önemseyenler tarafından damgalanıyorsunuz. Sonra günlerce insanlara derdini anlatmakla uğraş. Baktım böyle olmayacak. Siyaset konusunda da Ariel Ortega blog’a da yazmama kararı aldım. Başka bir yerde sallıyorum. Rahatım artık.


3- Blogdan gördüğümüz ve sizi tanıdığımız kadarıyla Fenerbahçe'lisiniz. Herkesin bir takıma bağlanma hikayesi vardır. Sizinki nasıl gerçekleşti?

Hasan Muradoğlu;
Fırsatını bulmuşken takıldığım bir noktayı söyleyeyim. İyi oldu bu soru :) Bazen ilginç e-mailler, yorumlar falan geliyor. Şöyle şeyler yazıyor insanlar, “Anladığım kadarıyla Fenerbahçelisin”. Bana bu çok garip geliyor. Blogun sağında solunda Fenerbahçe fotoğrafları var. Futbolla ilgili yazılarımın %90’ı Fenerbahçe’yle alakalı. Tüm bunlara rağmen, “sanırım Fenerlisin” diyenler benimle dalga geçiyor olmalı. Gerçi yazdıklarımızın farklı kişilerce farklı şekilde yorumlanmasına alışmamız da lazım galiba. Arda Turan’la ilgili bir yazı yazıyorum. Arda yetenekli bir oyuncu, eksik yanlarını bir an evvel geliştirmeli ve Avrupa’ya gitmeli diye bir yorum yapıyorum. Sonra bir bakıyorum bazı Galatasaraylılar küfürlü yorumlar göndermiş. Öte yandan bazı Fenerbahçeliler de “Sen nasıl Fenerlisin?” diye çıkışıyor. Arda’yla alakalı bir yazı yazmamalıymışım falan filan. Okur yorumları beni genel olarak çok güldürüyor. Sanırım bu komik yorumlar olmasa blog yazmak bu kadar zevkli olmazdı. Bir yandan şikayet edip bir yandan aslında iyi ki varlar imasında bulunmak garip oldu. Ama bu da anlaya ironi olsun…


4- Alpernash'ın özel sorusu; "El burrito ne ifade ediyor ortega için? :)"

Hasan Muradoğlu;
Eşek sıpası olan Ariel Ortega’yı ifade ediyor. Yoksa Meksika yemeği olan Burrito’yu mu deseydim :) Hastası olduğum bir topçu Ortega. Anlaşılıyordur zaten. Fenerbahçe’yle yaşadığı sorun yüzünden bizim taraftarın onu sevmemesini normal buluyorum. Fakat Ortega hadisesi iyi yorumlanmalı. Lorant ve başta Ceyhun olmak üzere takımdaki bazı efendi bilinen oyuncuların Ortega’ya yaklaşımları da iyice araştırılmalı. Ortega meselesi Fenerbahçe tarihinde iyi hatırlanmayacak bir olaydır. Yönetim bazında çıkarılması gereken dersler vardır. Öte yandan bir kısım taraftar –benim gibi düşünenler yani- ise olayı ah çekerek hatırlayacaklardır tabii. Teknik kapasite olarak Türkiye’ye gelmiş en büyük yabancı oyuncudur, ama potansiyeli malum sebeplerden dolayı yeterince yansıtmadığı için bunların pek bir anlamı kalmıyor elbette (misal Nobre kadar faydası olmamıştır). Yine de Ortega’nın Türkiye’den Arjantin’e uçtuğunda ligin asist kralı konumunda olduğunu da hatırlatmak lazım. İnsanların aklında sadece 6-0’lık Galatasaray maçı var, fakat o kötü dönemde kapasitesine oranla çok büyütülmeyecek ama genel olarak da küçümsenmeyecek bir performans ortaya koymuştu.


5- İmzasız bir soru; "Sinema mı yoksa futbol mu yazmak daha çok hoşuna gidiyor?"

Hasan Muradoğlu;
Blogdaki adsız yorumlardan sonra, bir de imzasız, adsız söyleşi soruları çıktı karşımıza. Kaçış yok sanırım bu olaydan :) Benim için futbolu oynamak, sinemayı ise takip etmek, yazmak daha hoş diyeyim. Futbol yazmak daha basit. Herkes yazabilir. Kaldı ki sabah akşam bloglardan ahkam kesiyoruz zaten. Bir bakış açısına tutunursunuz ve rahatlıkla onun üzerinden günlerce ahkam kesebilirsiniz. Takım defans yapıyorken oyunu sıkıştırmalı, dar alanda oynamalı dersiniz, hücumdayken oyunu açmalı, daha geniş alanda oynamalı diye de eklersiniz. Üstüne kimse bir şey diyemez. Bu kadar basittir futbol yorumlamak misal. Fakat sinema öyle değil. Üstünkörü geçemiyorsunuz. Böyle basit bir matematiğe indirgemek bence mümkün değil. Yahut filmdeki bir sahneye takılarak saatlerce konuşmak, sayfalar dolusu yazı yazmak aynı şeyler değil. Sinema yazmak daha ciddi bir mesele. Bunun için ya ayrı bir blog açmam ya da bir sinema blogunun ekibine dahil olmam gerekiyordu. Tembel bir adam olarak ikinciyi tercih ettim. Sık sık olmasa da sinema yazıları yazdığımız bir blog var (reklamını yapmam da sakınca yoktur umarım), Sigara Yanıkları


6- Jordi Metal'den geliyor soru; "Zico'nun gönderilmesini nasıl değerlendiriyor? Şayet takımın başında hala Zico olsaydı takım nerelerde olurdu(hem ligde hem Avrupa'da)?"

Hasan Muradoğlu;
Öncelikle itiraf etmem gerekir ki, Zico geldiğinde ben daha çok o dönem boşta olan Capello gibi isimlerin peşinde koşmamız gerektiğine inanıyordum. Nerden bileyim tabii? Meğerse, Fenerbahçe’nin ihtiyacı olan Zico’ymuş, ve aynen Zico’nun da o ara ihtiyacı olan takım Fenerbahçe’ymiş. Fenerbahçe’nin futbol anlayışı, takımdaki Brezilyalı etkisini de göz önüne alırsak, sanırım Fenerbahçe tarihinin en mantıklı teknik adam transferi hamlelerinden biriydi Zico. Kendi görüşümdür, Aziz Yıldırım’ın futbolda yaptığı en büyük icraat Zico’yu getirmekti. Bakın bir Ortega hayranı olmama rağmen, onun adını değil Zico’nun ismini zikrediyorum. Burası önemli. Fenerbahçe’de kimya tutmuştu. Büyük başarılar hedeflediğini iddia eden Aziz Yıldırım’ın ilk defa samimi olduğuna inanmıştım. Zico bu iş için biçilmiş kaftanmış. Takımdaki Brezilyalıların hayranlık duyduğu bir futbol efsanesi olduğundan Zico çok önemli bir isimdi. Keza diğer milletten olan oyuncular da aynı saygıyı duymuştu ona. Teknik direktörlerin elbette ki taktisyenliği olacak ama bu tek başına yeterli değil. Bunun yanına eklenecek bir şeyleri daha olmalı. Bir şekilde oyuncunuzun size saygı duymasını sağlamalısınız. Kimi bunu karizmayla yapar. Zico ise bunu efendiliğinin yanı sıra, futbolcularına rahat futbol oynama imkanı vererek yaptı. Dün Zico döneminde döktüren Deivid’in, önce Aragones ve şimdi de Daum döneminde eski halinden eser olmamasını böyle açıklayabiliriz mesela . Elbette ki gelen giden hocaların yaklaşımına takılmadan futbolunu her zaman üst düzeyde tutan büyük oyuncular vardır (misal Alex), ama onlar büyük başarılar için tek başlarına yetemiyorlar. Futbolda artık eskisi gibi tek bir oyuncunun önderliğinde başarılara koşan takımları değil, bütün takımın başarıda payı olduğu ekipleri konuşuyoruz. Yukarıda Aziz Yıldırım’ın futboldaki en büyük icraatı Zico’yu getirmekti yazmıştım. Şunu da eklemek lazım. Şimdiye dek yaptığı en büyük hata ise kesinlikle Zico’yu göndermekti. Bugün Zico olsaydı ne olurdu? Bu zor bir soru tabii. Herkes inandığını söyler. Ben de Zico’yla birlikte düzenli olarak Şampiyonlar Ligi’ne katılma yolunda önemli adımlar atardık diye düşünüyordum. Yani bu özelliği kazanırdık bana kalırsa. Avrupa’da bir kupa almayı herkes hayal eder ama günümüz futbolunda çok büyük rakipleriniz var. Birçok alanda sizden çok daha ötede bu takımlar. Kabul etmek gerek. Fenerbahçe’nin bence hedefi Şampiyonlar Ligi’nin gediklisi olmak üzerine kurulmalı. Hatta illa örneği daha açıklayıcı ver derseniz, size şunu söyleyebilirim; bence Fenerbahçe’nin hedefi Porto’nun hanidir yapıyor olduğunu gerçekleştirmek olmalı.


7- Daum’un 4. sezonunu izliyoruz. Bu 4 sene içinde en çok göze çarpan olay şüphesiz neredeyse sıfır rotasyonla takım dizilişini kurmasıdır. Baktığımızda en basit maçlar olan Tokatspor ve Uşakspor karşısında bile, Alex’li Lugano’lu kadrolar izledik. Bu politika doğru mudur yoksa eleştirilmesi gereken bir tavır mıdır?

Hasan Muradoğlu;
Daum’un rotasyonu pek sevmediğini düşünüyordum zaten. Buna şaşırmıyorum. Gerideki ikiliyi kolay kolay değiştirmemek istememesini de makul karşılıyorum bir de. Zira takımın en önemli mevkilerindendir gerideki ikili. Daum bir şekilde oradaki Lugano ve Bilica’ya tuvalete bile beraber gideceklermiş hissini yaşatmak istiyor. Bize biraz garip gelebilir zayıf rakiplere karşı da bunun uygulanması ama Daum’u bu konuda anlayabiliyorum. Türkiye’de şampiyon olan takımların çoğu dağlam defans kurgusuyla bu başarıyı elde ettiler. Uche-Högh, Popescu-B.Korkmaz, Zago-Ronaldo vb. Daum’un da Lugano-Bilica ikisiyle bu uyumu kurmaya çalıştığına inanıyorum. Alex meselesine gelince; Fenerbahçe’nin Alex olmadan hücumda bir B planı olduğuna inanmıyorum. Bunu her fırsatta yazarım zaten. Onun için sakat olmadığı müddetçe Alex her daim sahada olmalıdır. Daum’un kısa vadeli planlara odaklanmak durumunda kalması, Alex’in olmadığı zamanlarda alternatif üretme fikirleriyle pek meşgul olmamasına neden oluyor. Gerçi şimdi elimizde büyük bir fırsat var. O da Özer. Kıymetini bilirsek ve o da bunu fark ederse, Alex gittiği gün onun hücumdaki eksikliği için çok ağlamayız belki. Daum’un sürekli aynı isimleri tercih etmesinin iki sebebi olabilir. Birincisi sadece ve sadece Aziz Yıldırım’ın söz verdiği kupalara odaklanmış durumda, başka işlerle, alttan futbolcu getirmekle uğraşmak istemiyor. Durum böyleyse vahim… İkinci olarak ise, elindeki yedek isimlerinin üzerinde durulacak kadar potansiyelleri olduğuna dahi inanmıyordur. Öyleyse durum daha vahim.


8- Fenerbahçe Daum’un ilk döneminden bu yana yabancı tercihini genellikle Brezilya’lı oyunculardan yana kullanıyor. Öncelikle Daum’u soracağım, Brezilya’lı futbolcuları bu kadar seven Daum, Brezilya Milli Takımı’nın başına geçse nasıl olur? Bir de Fenerbahçe tabii, takımda bu kadar Brezilya’lı oluşu avantaj mıdır yoksa dezavantaj mıdır?

Hasan Muradoğlu;
Rivayet edilir ki, Daum’un bilgisayarında Brezilyalı futboluculara dair bilgiler ciddi yer kaplıyormuş. Bir Alman’ın Brezilya futbolunu bu denli takip etmesi şaşırtıcı. Sebebi Fenerbahçe yönetiminin ondan ısrarla Brezilya futboluna yakın bir futbol oynattırmasını istemesi olabilir mi? Belki… Daum’u Brezilya Milli Takımı’nın başında düşündüm bir an. Çok garip olurdu. Acaba deplasmanlarda sıkıcı futbol oynarlar mıydı? Takımda çok Brezilyalı olması disiplin anlamında insanın kafasını kurcalıyor ama başarıya engel değil yine de. Öyle olsaydı Shakhtar Donetsk başarılı olmazdı. Takımda çok fazla Brezilyalı olması sorun değil de, onları sadece iyi futbol oynamaya konsantre edecek teknik adam bulamamak sorun oluyor daha çok. Burada da yine “ah Zico” diyor insan işte.


9- Bu sene Fenerbahçe lige çok iyi başladı, rekorlar kırdı hatta. Sonrasında ufak bir bocalama yaşansa da ilk yarıyı lider olarak bitirdi. Avrupa Ligi’nde de başarılı bir şekilde ilerliyor. Bu sezonun ilk yarısı için Fenerbahçe’yi değerlendirebilir misiniz? Sezon sonunda nerede görebiliriz takımı?

Hasan Muradoğlu;
2009 bittiğinde Fenerbahçe futbol takımı katıldığı her kulvarda zirvedeydi. Bu ne olursa olsun büyük bir iştir. Lakin mühim olan sonunda da aynı başarıyı göstermek. Uefa Avrupa Lig’inde çok ciddi bir takımla eşleştik. İşimizin kolay olduğunu söylemek ahmaklık olur. Ama bir şekilde Lille’i eleyebilirsek, o zaman ilginç şeyler yapabiliriz. Kadro derinliğimiz buna pek müsait değil gibi dursa da, moral motivasyon hayli yüksek seviyeye çıkacaktır. Bu da önemli bir şey futbolcular için. İnanmışlığı arttırır. Lakin fark yiyerek elenirsek de şaşırmak lazım. Eşleşilebilecek en tuhaf takımla eşleştik. Süper Lig’e dönersek. Bir şekilde Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş son haftalara kadar şampiyonluğu kovalar gibi. Burada mühim olan Anadolu takımlarına karşı en az puan kaybını yaşamak. Fenerbahçe bu konuda biraz şanslı. Rıdvan Dilmen’in dediği gibi İstanbul dışı deplasmanı çok az diğerlerine göre. Bu kim ne derse desin önemli bir avantaj. Fenerbahçe’yi bir adım önde görüyorum rakiplerine göre bu yüzden. Bunu futbol anlamında söylemiyorum ama tekrar edeyim. İster fikstür avantajı deyin, ister şans…


10- Başarılı insanlar dışarıya karşı antipatik görünürler. Meyve veren ağaç taşlanır misali.. Aziz Yıldırım da –itiraf etmek gerekirse- Galatasaray için böyle görünüyor. Ama hiç kimse onun kurumsal başarılarını inkar edemez tabii. En son yayın ihalesinde gösterdiği çabayı, kulüpler birliğine olan katkıları takdire şayan. Aziz Başkan için siz neler söylemek istersiniz?

Hasan Muradoğlu;
Aziz Yıldırım melek mi, şeytan mı? Tesisleşmeye ve Fenerbahçe’yi bir yerden alarak Avrupa’nın ekonomisi güçlü takımları arasına sokması boş işler değil, ama öte yandan öyle şeyler yapıyor ki, severken öldürmek gibi. Bütün değerlerimizi bir bir yitiriyoruz. Keşke demeyi pek sevmem ama keşke 100.yılda, zirvedeyken bıraksaydı. Böyle devam eder ve gereksiz inatlaşmalara devam ederse, bir gün hiç ummadığı şekilde terk etmek zorunda kalabilir kulübü. Aziz Yıldırım’ın en büyük zararı bazılarının Fenerbahçe’yi algılayış biçimini değiştirdi. Bazıları Fenerbahçe değil, Başkanbahçe taraftarı gibi oldu artık. Aziz Yıldırım’a peygamber gibi davranıyorlar. Başkanın da hataları olabileceğine inanmıyorlar. Aziz Yıldırım’ı hatalı bulduğunuzu belirtip ağzınızı açtığınız anda, hemen Fenerbahçe düşmanı ilan ediyorlar sizi. Saçmalık bu…
Kulüpler Birliği ve Federasyon için ideal başkandır ama bence. Çok ciddiyim. Tam bir icraat adamı. Boş durmayı sevmez. İyi giden tekere bile çomak sokar. Yeter ki değişiklik olsun, farklı bir icraat olsun. Federasyon başkanı olsa, kendisi olmam dedi gerçi, Türk futbolu çağ atlar…


11- Son yılların, belki de tarihin en özel futbolcularından birisi, en iyi sol beki ülkemizden geçip gitti. Real’in uzay takımının en önemli kemiklerinden biriydi Carlos, sonra da Fenerbahçe’ye geldi. Bu transfer döneminde de kendisine veda etmek zorunda kaldık tercihleri doğrultusunda. Sizin Carlos ile ilgili verebileceğiniz, paylaşabileceğiniz bir anektod var mı?

Hasan Muradoğlu;
Roberto Carlos’un alınış amacı ticari kaygılar ise her şeye rağmen başarılı bir imzadır. Yok, siz derseniz ki futbolcu olarak transfer ettik, işte orası tartışılır. Fenerbahçe’nin ikinci bir Alex’e ihtiyacı yoktu. İkinci bir Alex derken, onun yükünü sahada taşımak anlamında. Yoksa Alex’in Fenerbahçe’ye verdikleriyle Carlos’un verdiklerini bir tutmuyorum elbette… R.Carlos’u R.Madrid’deki ilk günlerinden beri bir şekilde takip ettim. Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sol beki olduğu konusunda anlaşılım bir kere. Adam cidden kafamızdaki sol bek çizgisini değiştirdi. Onun dışına taştı. Şimdi sadece defans yapan sol bekleri yetersiz buluyorsak, bunun sebebi Carlos’tur. Sol bek sürekli bindirme yapsın, çizgiye insin, iki üç kişiyi çalımlasın, şut çeksin istiyoruz. Bunun sebebi Carlos. Fakat bir de hata yapıyoruz. Bunları Fenerbahçe’ye geldiğinde eski günlerdeki fiziğini mumla arayan Carlos’tan beklemek hataydı. Bu da Türkiye ligini biraz fazla küçümsememizden kaynaklanıyor sanki. Tamam, dehşet bir ligimiz yok ama şu da bir gerçek ki, 34 yaşındaki bir adamın her maç sol kanattan elini kolunu sallayarak bindirme yapmasına da kimse müsaade etmez :) Carlos benim için hala gelmiş geçmiş en büyük sol bektir. Onu Fenerbahçe formasıyla izlemek bir zevkti. Zico’lu takımın Avrupa’da saygı görmesinin futbol dışında sebepleri de vardı, onlardan biri de Carlos’tur. Gitikten sonra buraya sallamış olsa da, ben onun genel olarak futbolculuğuna hayran biri olarak yapıyorum bu yorumu. Karakteriyle ilgili yazıp çizmek istemem. Blogda da Carlos’a bir veda yazısı yazmayı planlarken, mevzu Carlos’un karakterine gelir diye (malum burada yaşadıklarıyla ilgili sözleri) yazmaktan vazgeçtim.


12- Aslında en çok merak ettiğim konulardan birisi Galatasaray ile olan ezeli rekabet hakkındaki fikriniz. Ne gözle bakıyorsunuz rakibe? Mesela bir Galatasaray-Fenerbahçe maçı ne ifade eder sizin için, ölüm kalım maçı mıdır, yoksa herhangi bir takımla yapılan maç gibi midir? Maçın seyir zevkini beğendiğinizde, sonucu mu yoksa oyunu mu konuşuyor olursunuz?

Hasan Muradoğlu;
Fenerbahçe-Galatasaray maçı çok şey ifade eder. Gerçekten çok ilginç bir rekabet. Tüyleriniz diken diken oluyor maçın ilk düdüğüyle ve maç boyunca kendimi tanımadığım oluyor bazen. Ben mümkün mertebe sahada olup bitene pek sinirlenmeyen bir adamımdır. Fakat Galatasaray derbisi olunca sanırım oluşturulan gerilimden dolayı, kendimi kaybettiğim çok olmuştur. Mondragon’un kurtardığı bir pozisyondan sonra tribüne dönüp bize kol hareketi çekmesi üzerine iki üç basamak aşağı uçtuğumu hatırlarım. Sanki oradan atlasam yanına gideceğim :) Garip oluyor Galatasaray maçları. Birbirimizden hazzetmesek de, bir şekilde birbirimiz olmadan bu oyunun zevkli olmayacağının bilincinde olmamız… Bunu pek itiraf etmesek de farkında olmamız güzel. Bir de hep söylerim, bir Fenerbahçeli ile bir Galatasaraylının futbolda nadir hemfikir olduğu konu vardır. Onlardan biri de Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin dünyanın en büyük derbisi olduğudur. Olayın tarafları için bu böyledir tabii. Diğerleri buna itiraz edebilir. Galatasaray için ben ne düşünüyorum? Sorusunun cevabı bir Galatasaraylı'nın Fenerbahçe için düşündüğüyle aşağı yukarı aynıdır. Yani sen Fenerbahçe için ne düşünüyorsan, benim de Galatasaray için aynı şeyleri düşündüğümü anlayabilirsin. Nasıl ki bir Galatasaraylı Fenerbahçe’nin filanca takımla yaptığı maçta gol yemesini zevkle izliyorsa, ben de filanca takımın Galatasaray’la yaptığı maçta Galatasaray’ın gol yemesini zevkle izliyorum. İşte bu da ezeli rekabeti özetleyen bir gerçek olsa gerek.


13- Ve tabiki Ariel Ortega.. Hala takip ediyor musunuz kendisini, Fenerbahçe'den ayrıldıktan sonra? Fenerbahçe ile jübile maçı yapar mı Ortega?

Hasan Muradoğlu;
İnternetin elverdiği ölçüde takip etmeye çalışıyorum. Jübile maçı mı? Sanmam. Ama güzel olurdu.


14- İmzasız bir soru daha; “Umut Sarıkaya karikatürlerini blogunda paylaştığın için aldığın eleştrilerle ilgili ne düşünüyorsun? Şahsen ben çok beğeniyorum. Umarım onları pek ciddiye almıyorsundur.”

Hasan Muradoğlu;
Eleştirileri artniyet olmadığı müddetçe dikkate alıyorum. Umut Sarıkaya hayran olduğum bir çizer. Mümkün mertebe karikatürlerini paylaşıyorum, bundan sonra da ederim. Merak etmeyin. Bir gün Umut Sarıkaya bana ulaşır ve bunu yapmamı rica ederse, bırakırım tabii :)


15- Bloga değinmek istiyorum yeniden. 3 buçuk yıl önce kendinize bir hedef belirlemiş miydiniz şu anda bu hedefin neresindesiniz? Ve blogun gidişatından memnun musunuz?

Hasan Muradoğlu;
3 yıl önce bugün yaşadıklarımı hedeflemiyordum tabii. Sadece arkadaşlarımın okumasını istediğim bir şeydi. Bugün yüzlerce kişi takip ediyor. Bi de tabii futbol blog yazan herkesin bir dönem o duyguya kapıldığı gibi bir ara ben de “Yahu acaba ben bir gazetede Fenerbahçe için yazıp çizer miyim?” gazına geldim ama sonra gazeteci ağabeylerle konuşunca meselenin bu kadar basit olmadığını fark ettim. Bıraktım o işin peşini. Fakat bir gün bir şekilde iyi bir yerlere gelirsem, bir gazetede Fenerbahçe’yi yazmak isterim. 05 Edi bile yazdı bir aralar yahu. Ben niye yazmayayım hem di ama, haksız mıyım?
Blogun gidişatından memnumum. Sadece şunu söyleyeyim, daha net cümlelerle, daha kısa yazılarla derdimi anlatmak isterdim ama onu da büyük yazarlar yapabiliyor gerçi. İşim zor.


16- Son olarak Sportif Cümleler.. Rakip takım taraftarları olsak da nasıl buluyorsunuz blogumuzu, işlenen konuları ve üslubu? Olumlu olumsuz eleştirilerinizi alabilir miyiz?

Hasan Muradoğlu;
Rakip blogları, daha doğrusu rakip takımların taraftarlarının yer aldığı blogları okumak zevkli. Karşı taraf hadiselere nasıl yaklaşıyor, onu görmemize vesile oluyor. Blogunuzu takip etme sebeplerimden biri de budur. Sürekli güncelleyebiliyor olmanız da takdir edilesi türden. Bol güncellemeli günler dilerim, söyleşi için teşekkür ederim bir de.

1 yorum:

 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir