10 Mart 2010 Çarşamba

"Futbol Büyümek İstemeyen Çocukların Oyunu" {Ali Ece Röportajı}

Onu hâlâ tanımayan var ise bu blogu okuyanlar arasında terketsin blogu falan demeyeceğim :) Buradan ve buradan, ona daha önce kendisini tanımak için sorduğumuz soruları ve onun verdiği cevapları okuyabilirsiniz. Bu röportaj biraz daha farklı olsun, daha kendi içimize dönelim istedik. Sanıyorum Ali Abi de farketmiş olacak ki cevaplarına yansıdı. Sayfalarca yazsak yetmez onu anlatmak biliyoruz ama işte biz sorduk o yanıtladı. Ali Abi'ye vaktini ayırdığı için teşekkür ediyorum yeniden. İşte birinci yıla özel Ali Ece söyleşisi;


1- Tanıtım ile uğraştırmayalım seni bu defa. Eğer hâlen tanımayan varsa ilk röportaja gidip okuyabilir. Beşiktaş'lı, Liverpool ve Celtic sevdalısı Ali Ece'nin futbola olan ilgisinin başlangıcı ne zamana tekabül eder?

Ali Ece; Çekilmiş ilk fotoğraflarımda bile hep futbol topu var elimde, ayağımda… Hele hele anneannemlerin Bakırköy'deki evinin bahçesinde bir fotom var ki Kewell'la olan fotom bile o kadar güzel değil cidden... Allah uzun ömür versin anneannem şöyle anlatıyor: Bir gün Bakırköy'de onlarda kalırken ortadan kaybolmuşum, çok korkmuşlar; her yeri aradıktan sonra onların evinin hemen arkasındaki Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastane'sinin önünden geçerken bulmuşlar beni: Orada “yatan” abilerle top oynuyormuşum!
(Benim sevdiğim, yazdığım, âşık olduğum haliyle) Futbol gerçekten de hiç büyümek istemeyen, büyümeyi ısrarla reddeden çocukların oyunu... Hâlâ mesela sokakta işe giderken çocuklar top oynuyorlarsa hiç tanımadığım çocuklar bile olsa "Ali abi gel sen de oyna" dediklerinde kendimi maç yaparken buluyorum. Sonra tabii işe geç kalıyorum...
Dün gece Dinar Bandosu'yla canlı müzik çalmaya Okan Bayülgen'in programına gidiyorduk... Arabayla giderken trafik sıkıştı; bir halı sahanın önünden geçiyorduk ve arkasında "Romario" yazan Barcelona formalı bir çocuk gözüme çarptı. Beni götüren şoför abiye oracıkta "Tuvaletim geldi" diye sıktım. Sonra gittim o çocuğu izledim biraz. Ama o kadar güzel oynuyor ve o kadar mutluydu ki "Sen Romario'yu nereden biliyorsun, neden Romario?" diye sormak istesem de soramadım!
Ben hep böyleydim, sanırım ölene kadar da böyle kalacağım. Mesela şimdi hatırladım. Yıllardan 1996, 19 yaşındayım: Gece geç saatte Euro 96'da Danimarka'nın ilk maçı vardı, Michael ve Brian Laudrup kardeşler beraber oynuyorlar… Ben de kardeşim ve arkadaşlarımla izliyordum. O geçen selde mahvolan Selimpaşa'dayız, hatta selde rahmetli olan bekçi abi de bizle izliyordu... Tabii bizim Laudrup'lar döktürdü, ben de çok fena havaya girdim çünkü o yazlığa ilk geldiğimizde Euro 92 oynanıyordu ve Danimarka şampiyon olmuştu, biz de kardeşiz diye bize "Bizim Laudrup'lar" diyorlardı hâlbuki Michael Laudrup o turnuvada yoktu! Neyse çok fena gaza geldik işte: Gece 12'de maç organize edip oynamaya başladık, tabii o saatten sonra dayanamayıp maç yapınca, her türlü şey mümkün. Ben de o mümkünlüğün sınırlarını fazlasıyla zorladığım için maçta kolumu kırdım ve sabaha kadar inim inim inledim, sabah da Taksim İlkyardım'a gittik, o günden beri kardeşim asla maç konusunda gazıma gelmiyor. Bu arada o gece kırılan kolumu alçıya aldılar tabii, ben de o alçıyı birkaç gün sonra Hırvatistan - Türkiye maçının son dakikasında yaşanan Alpaygate'de çıkarıp Alpay'a attım! Tabii o esnada İngiltere'de olan Alpay'a değil televizyona geldi, üstelik de misafirlikteydik!
Bir başka bomba olayım da şudur: 2001 yazı... Dünya güzeli bir kızla Kumburgaz sahilde yürüyorum, kıza aşığım hem de deli gibi... Böyle sahilin sıfır noktasında kumlarla dalgalar karışır ya, orada yürüyoruz... yani Fikret Kızılok şarkısı gibi bir sahne... Kız da bana âşıkmış, sonradan öğrendim tabii, o esnada öpüşeceğiz falan diye bekliyor ama ben ne yaptım? Dayanamadım, çocuklar kumda maç yapıyordu ve o esnada top denize kaçacaktı, ben de aniden kızı, Fikret Kızılok şarkısını falan bırakıp topa doğru hareketlendim ve Gabriel Heinze'ye kramponunu ters giydirecek bir yere yatarak müdahale ile topun denize kaçmasını engelledim. Tabii herkes alkış kıyamet ama arkamı döndüğümde kız yoktu, gitmiş! Ben de o anlık şoku atlatıp "Abi sen de oynar mısın?" teklifini kabul ettim, süper maç oldu cidden!
Bizim Dinar Bandosu'yla büyük bir festivalden önce 15 saat yol geldikten sonra herkes otel odasına gidip yatarken 40 derecenin altında sarhoş sarhoş maç yaptığımız bile vardır, allah akıl versin!
Sanırım bu deli ötesi futbol aşkımın altında rahmetli dedem ve 1982 Dünya Kupası var... FourFourTwo'nun en son Mart sayısına Brezilya'nın efsanevi 1982 takımının öyküsünü yazdım, yazarken o günleri bir daha yaşamanın sonsuz mutluluğuna vardım: Socrates, Falcao, Zico ve dedem! Dedemin bir defteri vardı, hayatta etkilendiği, "hayatı daha bir yaşanmaya değer" kıldığını düşündüğü her şeyi oraya yazardı: Bir Ahmet Hamdi Tanpınar cümlesi, bir Yahya Kemal şiiri, bir ney güftesi ve notaları ve tabii ki futbol sanatının incelikleri: Zico, Dalglish, Cruyff, Neeskens, Socrates, Maradona, Yusuf Tunaoğlu, Metin Oktay, Lefter, Dasaev, Alan Hansen...
FourFourTwo için o 1982 Brezilya yazısını yazarken de dedemin defterini açtım, oradan yola çıkıp yazdım... Rahmetli dedemin Beşiktaş kazansın diye rahmetli babaannemi yan odaya "Ziya Duası", "Feyyaz Duası", "Ali Duası"na yolladığı anlar hiçbir zaman aklımdan çıkmaz... O an tıpkı Liverpool'luların top Liverpool kale çizgisini geçmek üzereyken hep beraber kalkıp topun aksi yönüne doğru üflemeleri gibi ama onların başaramadığını babaannemin duaları defalarca başardı! 1986'nın son efsanevi Trabzon maçında sadece kaleci Zafer Öger abimiz değil, rahmetli babaannemin de büyük katkısı vardır, en azından bizim aile için! Kadıncağız sabah kalkmış, namaza başlamıştı. Son düdüğe kadar namaz kıldı bir de şampiyon olduktan sonra şükür duası etmiştik hep beraber, muhteşemdi... O kadar naif, o kadar güzel bir andı ki... O yüzden 2009'un sonlarına doğru Levent Erdoğan beyefendiler "Beşiktaş geçen yıl Mustafa Denizli ile değil taraftarın dualarıyla şampiyon oldu" dediği zaman bu kadar isyan ettim çünkü Fenerbahçelisi, Galatasaraylısı, Trabzonlusu, Bursalısı da dua ediyor naifçe, inandığı için; kimse o insanların temiz duygularını bir kulübün iç iktidar savaşlarına, kirli oyunlara alet edemez!
Liverpool'a olan aşkım da küçük yaşlardan başlamıştı... 1984 Şampiyon Kulüpler Kupası finalini izliyorduk dedemle. Maçtan önce dedem Liverpool'u anlatmaya başladı... Liman işçileri, Shankly, İrlandalı göçmenler falan çok etkileyici geldi. Bir de ilk kez o yıllarda babamla annem bana Beatles'ın plaklarını, kasetlerini dinletmeye başlamışlardı. Beatles da Liverpool'luydu, ben de o gün Liverpool'lu oldum... Bir daha da hiç düzelmedim. Sonra tabii Beatles'ın aslında sadece Liverpool şehrinden olduğunu, grubun yarısının Liverpool FC'yi, yarısının Everton FC'yi tuttuğunu öğrendim; o günden beri Everton'a da büyük saygım vardır. Zaten en iyi iki arkadaşım Cem Fırat ve Kerem "Şeker" Tansever çok hasta Everton'lıdır... Kerem "Şeker" Tansever, çok hasta Fenerbahçelidir de... Ona sebep bir keresinde 2001'de Fenerbahçe gol atsın, şampiyon olsun (Beşiktaş o sezon erken havlu atmıştı!) diye Boğaz Köprüsü'nün üstünde durduk, totem yapmak için... Sahiden de Fenerbahçe o maçta gol attı ve şampiyon oldu! Ben küçük yaştan beri renkkörü taraftarlıktan hazzetmem, sonuçta ezeli rakibin dediğin komşunun, en yakın arkadaşının hatta kardeşinin takımı... Mesela bizim aile: Sülalede herkes Beşiktaşlıdır ama en çok Fenerbahçeli olan kuzenim Müge'yi severim çünkü en iyi onla anlaşırım. Yani renkkörü olmanın bir anlamı yok... Mesela Sinan Engin Beşiktaşlı ama Müge Ece Fenerbahçeli; Müge’yle cehenneme bile giderim...

Ama itiraf etmem lazım ki bir konuda ben de biraz renkkörüyüm, Glasgow Celtic konusunda! Celtic 1888 yılında, Büyük Kıtlık'ta açlıktan ölmemek için Glasgow'a göç eden İrlandalılar tarafından kuruldu, sadece insanlar açlıktan ölmesin onlara gıda alınabilsin diye gelir sağlamak için bir futbol takımı kuruldu! Sevgili dostum Fuat Tuğlu mesela Rangers'lıdır, Türkiye'de tanıdığım iki Rangers'lıdan birisi de o zaten, diğerini ise F Dergi'deki bir yazımdan dolayı bana ana avrat küfür eden mailler attığı için bulup dövdüm oradan tanıyorum! Rangers'lı olduğu için değil, meseleye o esnada ağır kanser olan annemi karıştırdığı için dövdüm! Ben tabii ki Celtic'i tutuyorum çünkü İrlanda bayraklarının ortasına Che Guevera'nın resimlerini koyuyorlar, Rangers'lılar ise 21. yüzyılda hâlâ Kraliçe'ye, monarşiye sadakatten bahsediyorlar; ayrıca iğrenç derecede ırkçılar, Souness gelene kadar tek bir Katolik, Musevi, Müslüman yani Protestan olmayan insan Rangers'ta forma giymedi (Terry Butcher mesela aslen Katolik olmasına rağmen yıllarca aşırı mezhepçi baskılardan bunu açıklayamadı)... Hâlâ bir-iki yıl önce Celtic'in Japon futbolcusu Nakamura korner atarken Rangers'lılar adama Nagazaki ve Hiroşima'nın bombalanmasını hatırlatmak için kollarını açıp uçak taklidi yapıyorlardı. Ayrıca bir sürü Müslüman, Katolik, Musevi karşıtı yani Protestan olmayan herkese küfür eden, onların ölmelerini istediklerini dile getirdikleri insanlık düşmanı şarkıları var (Bu yüzden de sık sık UEFA’dan ceza alıyorlar). Celtic'in ise en efsanevi üç isminin üçü de Protestan: Kenny Dalglish, Jock Stein ve Henrik Larsson, yani Celtic'te ayrımcılık yok! Hiçbir zaman da olmamış... Sevmiyorum işte Rangers'ı daha fazla uzatmayalım ama bir Rangers taraftarı olan Fuat Tuğlu'yu seviyorum, ayrıca Rangers'ta forma giyen Gascoigne, Laudrup, Andy Goram, Ally McCoist ve futbol gecelerimi aydınlatan yüzlerce yıldızı seviyorum. Rangers'lılar ise Henrik Larsson'a saçlarından dolayı travesti diyorlardı, ayağı kırıldığında ayağınının kırılmasına sebep olan oyuncu için internet sayfası açtılar... Ne zaman adam olurlar, insan olurlar, bu tip sadece futbolda değil yaşamın hiçbir alanında yeri olmayan iğrençlikleri bırakırlar o zaman sayarım, hatta severim belki... Ama hiç sanmıyorum... Bu arada aynı cümlede Glasgow Celtic'ten "Celtic", Rangers'tan ise "Glasgow" olarak bahseden Türk spikerlere söyleyecek söz bulamıyorum. İskoç bir spiker Fenerbahçe'den "Fenerbahçe", Galatasaray'dan ise "İstanbul" diye bahsetse ne hissederdik, herhalde stüdyoyu basmak isterdik!


2- 3 farklı ülke 3 farklı takım.. Bu takımların ortak bir özelliği var mıdır? Neden Beşiktaş, neden Liverpool, neden Celtic? Ve benim atladığım başka bir takım kaldı mı :)

Ali Ece; Hepsi dedemden geçen taraftarlıklar. Celtic'i ilk kez Euro 88'de tutmaya başlamıştım çünkü İngiltere bize, Türkiye'ye 8 atıp finallere kaldıktan sonra çok şımarmıştı ki ilk maçta İrlanda Cumhuriyeti, İngiltere'ye tarihi bir ders verdi! Britanya'da doğmuş iki göçmenden John Aldridge aşırdı, Ray Houghton golü attı (İkisi de o esnada Liverpool’da oynuyordu)! O maçta İrlanda kalecisi Pat Bonner muhteşem oynamıştı ve tüm dünya gibi ben de kendisine hayran kalmıştım. Spiker, Bonner'ın Glasgow Celtic'te oynadığını söyleyince dedeme sormuştum, o da anlatmıştı işte: Kıtlık, açlık, göçmenler vs. O gün, hiç maçını izlememiş olmama rağmen Celtic'i tutmaya başladım. Internet çıkana kadar da sadece 3'er dakikalık özetlerini izlememe rağmen her geçen gün daha da sevmeye başladım. Tabii Beşiktaş hep ayrı kaldı, hep de ayrı kalacak o ayrı... Ama Celtic'le aramda başka türlü bir bağ oluştu. Bir baktım dinlemeyi en çok sevdiğim gruplar hep Celtic'li: Waterboys, Simple Minds, Primal Scream, The Stone Roses... Celtic aşkım öyle toplumsal, tarihsel, hayati nedenlerle kuvvetlenerek devam etti. Bu arada ben tutmaya başladıktan sonra 1988'den itibaren 9 yıl üst üste Celtic şampiyon olamadı! Ama hiç umurumda olmadı, en son 17 yaşındayken anneannem bana doğum günü hediyesi olarak bir Celtic forması aldı... O günün akşamında okuldan abiler beni halı sahaya çağırdılar ben normalde kaleci olmama rağmen hem abilerin yanında boynum kıldan ince olduğu için hem de Bonner'ın aşkına kaleye geçtim ve ilk kez bir halı saha maçının 3-0 bittiğine şahit oldum! Tek gol yemedim, 60 dakika boyunca sanki Ali Ece değil Bonner'dım, zaten bütün maç o Euro 88'deki epik kurtarışları gözümün önünden geçti, biraz Kemal Sunal'ın karpuzcuyken kendisini Fenerbahçe kalesinde bulduğu filmdeki gibi oldu yani!
Bir süre güney Fransa'da yaşamak zorunda kalmış birisi olarak Marsilya'nın da ayrı bir yeri vardır. Evet, zamanında şike yaptı Marsilya (ve bu utanç verici bir durum her ne kadar sahtekar bir politikacının oyuncağı olduğu günlerde gerçekleşmiş olsa da) ama Paris'in kendisi şike zaten! Paris taraftarı fena ırkçı ve ayrımcıdır... Benim gibi esmer tenlilere selam bile vermezler, Marsilya'da ise maskot gibiydim, hiç entegrasyon sorunu çekmedim! Geldiğim gün maç yaptık, ben de Tony Cascarino forması vardı, onu gördükleri andan itibaren beni bağırlarına bastılar...
St Pauli biliyorsunuz Celtic'le kan kardeşi takım, o yüzden ve diğer siyasi, sosyolojik sebeplerden severim sayarım, başımın üstünde yerleri var... Livorno da malum zaten, anlatmama gerek yok. Ne zaman Serie A'da Livorno şampiyon olursa o zaman İtalya futbolu düzelecek, güzelleşecek... Trainspotting'den dolayı Hibernian'a da sempatim var... Tabii Sarıyer, Karşıyaka, Adana Demirspor ve bu gibi kendine has takımlar da her zaman başarılı olsun isterim. Göztepe'ye de en ufak düşmanlığım yok, inşallah 5 yılda Süper Lig'de 5 İzmir takımı olur... Barcelona artık zaten herkesin sevgilisi ama ben halen Cruyff yönetimindeki ilk Rüya Takım'ın nostaljisiyle yanıp tutuşuyorum, işte Romario formalı bir çocuk gördüm mü dayanamam, arabadan inerim!


3- Bildiğim kadarıyla en çok Premier Lig ilgini çekiyor abi. Neden Premier Lig? Diğer Avrupa Ligleri'nden öne çıkaran, sana sempatik gelen, yakınlık duymanın sebebi nedir? Bu ligin futbol felsefesi mi yoksa biraz evvel değindiğimiz Liverpool olayı mı?

Ali Ece; Aslında Premier Lig'i 1992'den beri izliyorum. O üç dakikalık “Avrupa'dan Futbol” özetlerinde gözümü kırpmadan izlerdim, sonra Süper Spor diye bir şey çıktı Cine 5 döneminde, işte o zamanın Spormax'ıydı ama kutusu, decoder'ı ayrıydı. Bizim mahallede benden başka bir kişi de daha varmış. Bir kere sürekli Alpay oynuyor diye sürekli Aston Villa maçı veriyorlardı ve o hafta da aynı saatte oynanan Liverpool – Everton maçını Alpay’a sebep vermediler. Ben de delirip aradım, “Ben aboneliğimi iptal ediyorum” dedim. Ertesi hafta kadın aradı "Ali Bey hangi maçı izlemek istersiniz?" Yani bir zamanlar İngiltere Ligi'nin ülkemizdeki izlenme oranı bu kadardı! Ama ben o zamanki Premier Lig'in şimdikinden çok daha güzel olduğunu düşünüyorum. Mesela Matt le Tissier, asla Southampton'dan ayrılmadı yoksa Cantona'dan sonra ligin kralı oydu! Öyle Abramovich gibi falan gerçek hayatta çaldıkları parayla CM/FM oynar gibi transfer yapan adamlar yoktu... Daha güzeldi... Bir kere Robbie Fowler vardı, Steve McManaman vardı... Liverpool kulübünün en büyük hatası Macca-Fowler'lı kadro o kadar güzel oynarken ve Gökhan Zan'ın bile yanlarında Beckenbauer kalacağı adamlardan kurulu kâbus bir savunma yüzünden şampiyonluğun gelmemesinin faturasını Roy Evans'a çıkartıp o Gerard Houllier denen güzel futbol düşmanı-geri kafalı adamı getirmesidir. O dönemlerde Arsenal Wenger'i getirdi, Martin O'Neill en büyük yıldızının Mustafa İzzet olduğu Leicester'la herkese kafa tuttu, Lig Kupası'nı kazandı... Anlat anlat bitmez işte, bir gün açın CM 96-97 ile oynayın demek istediklerimi daha iyi anlayacaksınız... Daha fazla konuşup CM/FM dünyasının Erkin Koray'ı durumuna düşmek istemem... Ama ah be, McManaman süperdi, süper... Fowler'ı anlatacak kelime dahi bulamıyor, takımdan kopmasına sebep olan Houllier efendiyi bir kez daha Sportif Cümleler aracılığıyla kınıyorum!


4- Hep güzel şeylerden, sevdadan falan bahsedecek değiliz ya biraz da seni kızdıran şeyleri konuşalım.. Abi Thierry Henry desem de sen devamını getirsen :)) Bir de son açıklamalarında yine olsa yine yaparım tarzı bir şeyler demiş. Futbolunun son zamanlarında insanları kendinden soğutmaya mı çalışıyor nedir...

Ali Ece; Vakayı anriye'ye gerekli cevabı Eric Cantona usta en güzel, en şairane biçimde verdi: "Elle gol attırdığı yetmezmiş gibi bir de Dünya Kupası hayallerini çaldığı İrlandalı oyuncuların yanına gidip onları aklınca teselli ediyor. İrlandalı oyuncuların yerinde ben olsaydım, Henry yanımda 3 saniyeden fazla kalamazdı..."


5- Öncelikle Türkiye'siz ve tabii Henry demişken de hakkı yenen, dışarıda bırakılan İrlanda'sız bir Dünya Kupası bizi bekliyor. Neler bekliyorsun bu kupadan, hangi takım sonuca ulaşır demeyeceğim de hangi takım parmak ısırtacak bir performans sergiler? Ve son olarak özel merak; Ali Ece'nin Dünya Kupası'nda rengi ne olacak :)

Ali Ece; Tek isteğim Cezayir ya da bir başka eski Fransız sömürgesi Afrika takımının Fransa ile karşılaşıp onlara tarihi bir tokat çarpması... Düşünsenize Cezayir 5 - Fransa 0... Acımı ancak böyle bir maç dindirebilir... Her şey bir yana vakayı anriye'de o Steve Wonder'ın bile göreceği eli görmemezlikten gelen Martin Hansson denen (niteleyecek kelime bulamadım özür dilerim!) xxxx'in Dünya Kupası'nda görev alacak olması bir kadına tecavüz eden adamın mahkemede yargıç olarak yeniden karşısına çıkması gibi... Arsenal maçında yaptığını gördünüz mü? Bizim hakemlerden herhangi birisi Hansson'un yaptığının 100'de birini yapsa düdüğünü astırmakla kalmazlar, o düdüğü yutturup öyle çaldırırlar...


6- Türkiye, Fatih Terim'den sonra ilk maçını Honduras ile oynadı. Bu maça çıkarken Milli Takım Hocası bizim bildiğimiz kadarıyla Hiddink. Fakat Hiddink aynı akşam, Macaristan karşısına Rusya'nın başında çıktı ve Dünya Kupası'nda da Fildişi Sahillerini çalıştıracak kuvvetle muhtemel. Bir nevi 3 takıma birden yetişen bir hoca konumunda şu anda. Hiddink kaliteli bir isim evet, hepimiz de gelmesini istedik. Ama bizim teknik direktörümüz olması gerekirken başka takımlarla da ilgileniyor olması ve Oğuz Çetin'in deyimiyle e-posta ile falan haberleşilmesini doğru buluyor musun? Trapattoni gelseydi bu durum değişir miydi, ilgi alanın diye soruyorum onu da.. Yoksa Yılmaz Vural ismi bile geçti malum :)

Ali Ece; Hiddink, dünyanın en iyi milli takım çalıştırıcısı... Neden mi? Çünkü dünyanın en futbol özürlü ülkelerinden Güney Kore'yi bile ihya etti, ondan sonra Güney Koreliler Avrupa'da sık sık hatta biz Türklerden çok forma giymeye başladılar... Bu kez de olmazsa kabahat Rusya, Güney Kore ve Avustralya'yı ihya eden Hiddink’te değil, dünyanın en başarılı hocalarından birinin kariyerini dansöz Yağmur'dan ibaret yazan kişilerdedir.


7- Futbol sadece futbol değildir. Bizler için futbol bir sanattır. Eğer futbol bir sanatsa, günümüzün en iyi icracıları kimler?

Ali Ece; Messi, Xavi, Iniesta, Xabi Alonso, Giggs, Torres, Gerrard, Agger, Mesut Özil, (Bordeaux için oynarken) Gourcuff... Yine de YouTube’den Socrates’i izlerken aldığım zevki bana verebilen hiç kimse yok maalesef…


8- Henry'den sonra ikinci tatsız soru; Liverpool'un bu seneki hezimet gibi geçen sezonunu nasıl değerlendireceksin bizim için? Okuduğum kadarıyla, geçen seneki ikincilikten sonra sezon başında inanılmaz umutluydun ve Manchester United'ın serisini Liverpool bozacak demiştin. Ne oldu da o takım bu kadar dağıldı? Bir tek Alonso'nun yokluğu sebep olabilir mi buna? Ve en önemlisi; Benitez gitsin! kampanyasını ne zaman başlatıyoruz? :))

Ali Ece; Benitez'den önce sahtekâr ve futbol cahili Amerikalı başkanlar gitsin de Benitez kalsın ben razıyım... Ama Benitez'in yolladığı adamlardan bir 11 yapalım, o 11 Premier Lig'de şampiyon olur olmaz mı Sportif Cümleler okuyucuları karar versinler:

Dudek-
Finnan, Warnock, Hyppia, Riise -
Pennant, Xabi Alonso, Murphy, Kewell
Crouch, Heskey

Pennant'ın yerine Gerrard, Warnock'un yerine Agger ya da Carragher'ı koy, Heskey'nin yerine de Torres'i... Murphy de Mascherano’nun yedeği olsun!
Doğru cevabı tarih gösterecek ama Crouch'ın yerine Voronin'i almak aklın ötesinde bir acayiplik... Voronin, Paris Hilton'ın futbolcu versiyonu bence... N'Gog da Nobre'nin genç hali!
Martin O’Neill gelecekse, Benitez yarın sabah gitsin; Vespa’mla ben bırakırım havalimanına hatta sırtımda bile taşırım İspanya’ya kadar yeter ki O’Neill gelsin!


9- FourFourTwo için Florya dolaylarında gördük seni ve Yardımcı Antrenör Neeskens ile bir söyleşi gerçekleştirdin. Sanıyorum Neeskens'in futbolculuğunu izleyemeyenlerdensin ama şanı ulaşmıştır kulaklara eminim. Kim derdi ki Cruyff ile birlikte dönemin en iyi futbolcularından biri olan Neeskens'in yolu İstanbul'a düşecek ve onunla söyleşi yapma fırsatı bulacaksın :) Nasıl bir histir bu o söyleşiden biraz bahsedebilir miyiz?

Ali Ece; İşin aslı ben Neeskens'i çok izledim! Tabii canlı değil ama dedemin izlettiği Total Futbol belgeselinden... Ben Cruyff ve Neeskens'i Gerrard'dan bile daha çok izlemiş olabilirim, o kadar çok izledim yani o videoyu!
Neeskens'i ilk gördüğümde elini uzattı, sıkmam için ama ben alıp başıma götürüp öpmemek için çok zor durdum. Hatta FourFourTwo fotoğraf editörü Barış Tekin beni engelledi bile diyebiliriz...
Nasıl mı hissettim? Futbol cennetinde gibiydim... Hep dedemi düşündüm, dedem de orada olsun istedim... Bir katoliğin papa ile tanışması gibi bir andı! Sürekli gözüm kapıdaydı "Acaba Cruyff da gelir mi?" diye düşünmekten alamadım kendimi... Neeskens'e "Son sorum" dedikten sonra en az yarım saat daha sohbet ettik. Bir 10 dakika falan sadece Rolling Stones konuştuk... Bana 1974 Dünya Kupası'nı anlatırken içimden "Oradaydım ben" demek geldi. Hâlbuki daha doğmamıştım bile 1974'te... Bir portakalın içinde -3 yaşında bir vitaminden ibarettim! Bilirsiniz 1974 Hollanda için “Otomatik Portakal” derler…
Son derece mütevazi, mükemmel bir adam Neeskens; nüfusuna geçirmek istese evet diyebilirim adama! O kadar yani! Bildiğin yaşayan futbol efsanesi, bambaşka bir felsefe... Neeskens'in gözlerine bakıp Cruyff'tan Rijkaard'a, Michels'ten Puyol’a futbol adına güzel olan her şeyi görebilirsiniz... (Bir de arada Rijkaard’ın elinde çay bardağı göründüğü an muhteşemdi, herhalde Ahmet Çakar’ın çaycı kadar faydası yok eleştirisinden [daha doğrusu saçmalamasından] sonra ona nazire yapıyordu) Neeskens hâlâ futbola deli gibi âşık, 40 yaşına kadar futbol oynamış bir adam zaten... Bu arada Hollanda kaşkolümü çok beğendi, ben de hiç düşünmeden bir şey demeden aldım boynuna taktım, giderken geri vermek istedi... "Sevdiyseniz sizde kalabilir" dedim, kaldı... Yani Neeskens'i boynunda Hollanda kaşkolüyle görürseniz bilin ki o kaşkolü bir zamanlar Ali Ece takıyordu! İşte Neeskens, Zico gibilerle aynı şehrin sokaklarında yürüyor olmak duygusu, hissedebilene bambaşka bir futbol cenneti hissi!


10- Tabii aynı şekilde Harry Kewell ile yaptığın söyleşi de var. Yerinde olmayı çok çok isterdim :) Göründüğü kadar samimi ve güzel bir insan değil mi Harry, o röportaj nasıl geçmişti Ali Ece adına?

Ali Ece; Kewell, aynen göründüğü gibi... Büyük ihtimalle dünyada şu anda futbol oynamaya devam eden bu kadar içi dışı bir adam daha yoktur... O kadar mütevazı ki beraber fotoğraf çektirirken poz vermeyi başaramadığımı görünce "Beraber Liverpool'da oynadığımızı hayal et, sen nokta santrforsun ben de Kewell'ım" dedi. O anda tabii Ali Eren'i bile güzel çekmeyi başaran Barış Tekin'in de ustalığıyla öyle bir fotoğraf çektirdim ki sanırsın ki Ali Ece değil Eric Cantona ya da Ian Brown!

Röportaja Robbie Fowler'ın liman işçileri grevini destekleyen tişörtüyle gitmiştim... Daha tanışmadan, tişörte bakıp "Ooooo, Robbie!" dedi, "Futbol böyle bir şey işte o şimdi benim anavatanım Avustralya'da, ben burada Fowler tişörtlü bir arkadaşla İstanbul'da röportaj yapacağım, anlatsam inanmaz" dedi...
"Neden" diye sordum? "Biliyor musun, 2005'te İstanbul'daki finalde taraftarların arasında Fowler da vardı" dedi. "Biliyorum" dedim, "Benimle aynı sosisçiden sosisli aldı" Çok güldü, "Robbie" dedi, "Dünyada arkadaş olunacak en ideal insanlardandır, bildiğin komşunun oğlu"...
Böyle başladı röportaj, gerisinde Kewell sahada nasılsa öyleydi. Yani muhteşem... Tabii arada ufak bir serzenişte bulundum kendisine "Ben seni bu kadar severken, sana atılan tekmenin acısını kendi dizimde hissederken, neden Beşiktaş'a gelmedin?" dedim. "Beşiktaş'tan teklif gelmedi ki, ama burada Galatasaray'da olduğuma çok mutluyum. Özür dilerim, seni üzdüysem" dedi... Sonra da lafın kralını Kewell çaktı: "Yani artık Galatasaray'dayım diye bana tekme atılınca kendi dizinde acıyı hissetmiyorsun, öyle olsun" Tabii ki hissediyorum o ayrı!
Kısaca Kewell süper bir adam cidden, sahada neyse saha dışında da öyle... Tek kelime ile muhteşem...
Röportaj bayramın ilk günüydü, dedem rahmetli olduğundan beri o kadar mutlu olduğum bir bayram sabahı hatırlamıyorum...


11- FourFourTwo sezon başlamadan önce Sezon Rehberi isimli bir dergi hazırlamıştı, ben de o dergiyi edinenlerden birisiyim. Orda Premier Lig ile Süper Lig'deki takımlar değerlendirilmişti. Ve şöyle bir kısım vardı analizin altında, künye diye adlandırabileceğimiz kısımda; "En beğendiğiniz rakip oyuncu".. Bugün itibariyle Beşiktaş ve Liverpool taraftarı Ali Ece'ye soruyorum. En beğendiğin rakip oyuncu?

Ali Ece; Kewell, Beşiktaş'ın rakibi olarak! Maalesef Rooney, Liverpool'un rakibi olarak! Mesut Özil’in de Türkiye formasıyla oynamasını çok isterdim…


12- Büyüklerimiz diyor ya, "nerede o eski günler" diye.. Bu sanırım futbol için de geçerli. Sanayileşmenin bir endüstriye dönüşmenin en büyük etkisi futbolda görülüyor sanıyorum. Aslında duyguyu bir hâyli içinde barındıran futbolun içinde bu kadar para dönmesi, futbolun felsefesine ters değil midir?

Ali Ece; Küçüklükten beri filmlerdeki zaman makinesini ben icat etmek isterdim. Her geçen yıl bu isteğimin ne kadar imkânsız olduğunu daha iyi anlasam da daha da fazla icat etmek istiyorum zaman makinesini. 1990 yılı süper olabilir. Beşiktaş üst üste üç şampiyonluktan ilkini kazanıyor. Daha da önemlisi Beşiktaş başkanı, takımı ve camiasıyla her yerde renkler ötesi bir sevgi ve saygı görüyor... Kaptan Rıza Çalımbay, Feyyaz Uçar abim de var, daha ne olsun ki! Tabii aynı anda Liverpool da şampiyon oluyor 20 senelik büyük kıtlıktan önceki son şampiyonluk... Onu da geçelim, ben Le Tissier'nin ısrarla Southampton'da, Tekin İncebaldır'ın inatla Adana Demirspor'da kaldığı günleri çok çok özlüyorum. Abramovich çıktı, mertlik bozuldu! Ayrıca mutlaka yeniden Rıdvan-Oğuz-Aykut'lu 1989 model Fenerbahçe'yi doya doya izlemek isterim...
1990 ile ilgili tek kötü şey gelmiş geçmiş en berbat Dünya Kupası’nın o yıl oynanması! Zaman makinesi demişken CM-FM benim için bir zaman makinesi misali; bazen açıyorum 2001’i, 1996-97’yi zamanın içinde kaybolup gidiyorum… Bir de champman.co.uk’de legends versiyonu var… Yani Fowler, Dalglish, Gerrard ve Rush’ı aynı kadroda oynatabildiğin bir sürüm, herkese öneririm…
Bu arada 2009-10 sezonunda Millwall’u çalıştırıyorum; Millwall taraftarı falan değilim, çok da sevdiğim bir takım değil ama işte Abramovich’in Çelski’sinin, paranın futboldaki iktidarının anti-tezi, ezeli rakibi ondan alıyorum… Millwall’u çalıştırmak insanı acayip geliştiriyor; sezonun ilk haftasında parasızlıktan Londra’dan Dublin’e bile scout yollayamıyorsun; sonra 5 sezon geçince Chelsea’yi yenince süper oluyor tabii… UEFA Kupası’nı bile kazandım ama henüz Premier Lig şampiyonluğum yok çünkü Alex Ferguson 80 yaşında hala Manchester United’ı çalıştırıyor ve sürekli altyapıdan yetiştirdikleriyle yeni takımlar kurup şampiyon oluyor…


13- Yönetim, altyapının başına Tugay Kerimoğlu'nu getirdi geçtiğimiz günlerde. Barcelona'ya bağlamak istiyorum bu noktada konuyu.. Rijkaard'ın teknik direktörlüğü zamanında, Guardiola'yı ısıttılar. Şimdi de Guardiola'nın teknik direktörlüğünde, Luis Enrique ısıtılıyor. Tugay Kerimoğlu da bu şekilde ısıtılıyor mudur Galatasaray Yönetimi tarafından sence? Bu adımlar doğru adımlar mıdır?

Ali Ece; Hep beraber göreceğiz. İnşallah diyorum. Metin Tekin'in Beşiktaş'a dönüşü, Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe'de sportif direktör olması da Tugay Kerimoğlu'nun yuvaya dönüşü kadar önemli ve tarihi açıdan kırılma noktası niteliğinde... Tabii Trabzon'da Şenol Güneş-Özkan Sümer-Ahmet Suat Özyazıcı üçlüsünün yeniden kenetlenmesi de tarihsel açıdan Türk futbolunun düzelme yoluna girdiğinin en güçlü sinyalleri, umut veren gelişmeleri... İnşallah köhnemiş, çağ dışı “kasap” yöneticiler ve “kasap” skor yorumcuları da tamamen tasfiye olursa bu düzelme sürecinin getirileri de daha olumlu olacak...
Guardiola, Laporta'nın geniş ufku sayesinde ortaya çıktı. Laporta "Ben betondan da futboldan da anlarım" demedi. Kendisine bir süre beyaz mendil sallanmasına rağmen “Tribünleri temizleyeceğim” de demedi... Gitti dünyada futboldan en iyi anlayan kişi olan Cruyff'a danıştı, ona sordu ve Guardiola'yı getirdi: Netice herkesin malumu, belki de tarihin en güzel, en başarılı takımını kurdu!


14- Futbolda ekol olan ülkeler vardır. Ekol olmanın yolları neler yapmaktan geçer? Günümüzde ekol olmuş takımlar hangileridir ve hangi özellikleriyle ekoldür bu ülkeler?

Ali Ece; Türkiye halen futbolun bu kadar delicesine sevildiği bir ülke olarak, üstelik de doğuştan parlak yeteneklere sahip olan bir ülke olarak bugüne kadar ekol olamadıysa demek ki bugüne kadar yapılanları yapmamak gerek!
Van Basten, Romario, Gerd Müller, Batistuta… Bu listede beşinci kim olur sizce? Bence Tanju Çolak olur ama olmadı çünkü bizde ekolsüzlük en büyük ekol...
Bir ara Euro 2008'den sonra "Efsanevi geri dönüş, geri düşüp maç kazanma ekolü" olduk. Ama bu açıdan bakınca Norveç de bir ekol, "Hava kuvvetleri ekolü"! Önemli olan alelade ekol olmak değil, efektif ekol olmak, sürdürülebilir başarıları getirecek bağlamda ekol olmak!
Bugün ekoller belli: Üst üste üç turnuvaya katılıp, çeyrek finale çıkabilenler en önemli ekollerdir. Ancak ekol sadece neticelerde ölçülebilen bir şey değildir. Ekol olmak size milli takımlar seviyesindeki ilk şampiyonluğunuzu kazandıran Serpil Hamdi Tüzün'e sahip çıkmak, onun yapıtlarından faydalanmakla olur, Tüzün'ün eserlerini egolar uğruna yok sayarak değil! Bugün Türk futbolunun kaderini değiştiren özkaynak devrimine imza atan Serpil Hamdi Tüzün bu devrimin teorik kitabını yazdı… Ancak ne o dönemde görev yapan Türkiye Futbol Federasyonu yönetimi ne de Tüzün’e çok şey borçlu olan Beşiktaş yönetimi iki kuruş ayırıp o kitabı yayınlamadı! Serpil Hamdi hoca, kendi olanaklarıyla, el yazılarını kızı aracılığıyla bilgisayara yazarak, kendi cebinden para verip o kitabı yayınladı… Bunun adı ekolsüzlük ekolüdür çünkü Serpil Hamdi hocanın dediği gibi “Karar yanlışsa, uygulama istediği kadar doğru olsun, sonuç hep yanlış olacaktır” Sonuç ortada, Türkiye 2002’den beri sadece Euro 2008’e katılabildi. En yetenekli Türk gençleri başka milli takımların formasıyla oynuyorlar, Ümit Milli Takım’ın durumu hiç de parlak değil üstelik de en yetenekli jenerasyon şu anda ümit milli yaşındayken…
Ekol olmak sadece Dünya Kupası'na katılıp yarı finale çıkmakla olan bir şey değildir. Her şeyden önce yönetim anlayışınız iyi anlamda ekol olmalı. Türkiye insan hakları, gelir dağılımı endekslerinde küme düşme hattında; o yüzden futbolda ekol olamadık diye de ağlamaya gerek yok. Çavuşesku döneminde Romanya futbolu ekoldü ama Romanya dünyanın en rezil, en insanlık düşmanı yönetimlerinden birisine sahip olan ülkelerden birisiydi ki zaten Hagi'den sonra çöktüler, bittiler!


15- Dünya üzerine gelen en enteresan futbolculardan biri olan Eric Cantona'dan, ki Manchester United'a duyduğum sempati nedeniyle kahramanlarımdan biridir, bahsetmeni rica edeceğim bu soruda da. Looking For Eric'i de senin tavsiyenle izleyen birisi olarak ucundan kıyısından o filmi de söyleyelim izleyememiş olan arkadaşlara..

Ali Ece; Film süper ama Cantona daha da süper. Filmde dediği gibi "Ben insan değilim, Cantona'yım"... "Looking for Eric"in en önemli sahnesi ve diyaloğu şu: "Takım arkadaşlarına her zaman güven, kendi başına çok az şey başarabilirsin"
Cantona'yı bu kadar büyük yapan, geçen sezon Cristiano Ronaldo'nun son maçında Old Trafford ahalisine "Cantona gibisi asla gelmez" (yani Cristiano gidebilirsin) diye avazı çıktığı kadar bağırtan yine filmde işlenen bir hayati bir noktayla daha anlaşılır hale geliyor! Kendisine ısrarla attığı en güzel golü soran adaşı Eric’e ne diyor Cantona: "En güzel, en önemli an attığım bir gol değildi, Denis Irwin'e verdiğim bir pas, takımımızın attığı bir golün asistiydi"...


16- Abi senin en büyük hayallerinden birisi futbolcu olmakmış önceden.. Ali Ece şu an futbolcu olsaydı eğer nerede olurdu tahminince? Hedefleri neler olurdu? Profesyonellik uğruna örneğin gelip Galatasaray'da veya Fenerbahçe'de oynayarak Beşiktaş'a "seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli" der miydi? :)) Yoksa Balotelli gibi açıklamalar mı yapardı?

Ali Ece; Balotelli daha çok genç ve hiçbir ortak noktam yok; para onda, şöhret onda, yetenek onda, daha yolun çok başında... Ben şu anda 32 yaşımda yani devam edebilsem ya Karşıyaka'nın santrforu olurdum ya da seneye Beşiktaş'a, yuvaya dönecek olan Liverpool'un önliberosu Ali Ece:)))
Zaten Fenerbahçe'de basket, Galatasaray Üniversitesi'nde futbol oynadım... Yarama tuz bastınız bu soruyla... Ben hâlâ geceleri uyumadan önce futbolcu olma rüyaları kuran birisiyim, asla büyümeyecek bir çocuğum... Hatta 1996'da 19 yaşımda hiç profesyonel takımda oynamamış bir genç olarak hâlâ futbolcu olacağıma, önce Beşiktaş'ta sembol sonra da Liverpool'da ülkemizin gururu olacağıma ısrarla, inatla inanan birisiydim... Ne zamanki benle yaşıt olan Phil Neville Euro 96'da oyuna girdi o zaman anladım ki artık çok geç... Yanımda benim kadar futbol delisi olan bir arkadaşım vardı liseden, oturduk ağladık o anda! Cidden ağladık "Biz artık futbolcu olamayacağız" diye... Ama ben hâlâ rüyalarımda en kral futbolcuyum... Daha geçenlerde, Beşiktaş seçimlerinden sonraki hafta iki kez aynı rüyayı gördüm: Şeref Stadı'ndayız... Feyyaz Uçar abi ile paslaşıp gol atıyoruz... Ziya Doğan arkadan bağırıyor: "Ön direği boşaltın uçan kafa atmaya geliyorum" Kaptan Rıza Çalımbay muz ortalar kesiyor, ben aşırıyorum, Feyyaz abi sanat eseri plaselerinden yapıyor...
Teknik direktör Serpil Hamdi Tüzün hocamız... Başkan da Mustafa Denizli ama Süleyman Seba gibi bıyık bırakmış… Tribünde iki gazeteci var sadece: Güven Taner ve Atilla Gökçe... Hiç uyanmak istemedim ama kahrolası alarm yine çaldı... Muhteşemdi, Şeref Stadı'nın zemini üçte bir çamur, üçte bir taş, üçte bir cam olsa da (galiba Çırağan'ı yıkmışız maç yapacağız diye:) süperdi...


17- Dinar Bandosu ile birlikte Aya Gidelim Osman'ı çıkardınız. Nasıl gidiyor albüm, çeşitli yerlerde performanslar sergiliyorsunuz takip edebildiğim kadarıyla geribildirimler tasarladığınız şekilde oluyor mu?

Ali Ece; Dinar Bandosu gayet güzel gidiyor, işte en son Okan Bayülgen'e çıktık. 10 mart çarşamba gecesi de Life Roof'ta bir konserimiz var, sonra 2 Nisan'da Peyote'de, bir sürü var işte... Güzel yani bayağı bir indirmişler albümü:)))


18- Çok yorulduğunu tahmin edebiliyorum ama son soru olacak bu söz veriyorum :) Sportif Cümleler bugün itibariyle bir yaşında. Bloga dair, bana dair, Burak'a dair söylemek istediğin şeylerle de kapatalım bu müthiş söyleşiyi..

Ali Ece; Sadece siz değil, Chao Grey, Mutlak Gol Pozisyonu, Anadolu'dan Futbol, Alp'in blogu; ayrıca Borges (devrimderki.blogspot.com) ve diğer şu anda aklıma gelemeyen ama aliece.blogspot.com'da linki olan her blog, Türkiye'deki skor yorumcularının yüzlerce ışık yılı ilerisindesiniz... Bir an önce blogun yanı sıra yazılı, görsel basında da yer almanız, Fenerbahçe'nin geçici formsuzluğunu Daum'un bıyıklarının Abdullah Gül'e benzemesi ve Kubrağalıdere'nin bitmeyen kokusuyla açıklayan skor yorumcularının, futbol düşmanlarının yerine geçmenizi diliyorum. Ben sizle aynı takımdayım... Kazanamasak da bildiğimiz gibi sevdiğimiz gibi oynamaya aynen devam, büyük ustalarımız Neeskens ve Cruyff'un dediği gibi "Başkalarının sistemiyle kazanmaktansa kendi sisteminle kaybetmek çok daha iyidir, ileride sürekli kazanmakla eşanlamlıdır"...
Sportif Cümleler bu ekipte Rensenbrik pozisyonunda…

Fotoğraflardan Ali Abi'nin olanları Barış Tekin'e ait. Kendisine de teşekkür ediyoruz.

5 yorum:

  1. Hele şükür yayınladınız röportajı :)))Muhteşem olmuş ellerinize sağlık ...Ali Ee gerçekten mühtiş biri ve bahsettiği oyuncularla ,maçlarla tekrar o günlere gittim ve gelmek istemedim bu güne..

    Tekrardan Nice Yaşlara Sportif Cümleler...

    YanıtlaSil
  2. Müthişsiniz yahu müthiş. Nice senelere...

    YanıtlaSil
  3. yahu size ne diyeyim süpersiniz. nice yıllara...

    YanıtlaSil
  4. süper elinize sağlık ikinizinde..

    YanıtlaSil
  5. Röportaj harika olmuş. Bunun dışında yaşamının tamamını Bakırköy'de ki kışlık evde (hem de deli hastahanesinin karşısınd :) ) ve Selimpaşa'daki yazlık evde ('99 yılına kadar) geçirmiş biri olarak Ali Ece'ye olan sempatim iki kat artmış durumda :)

    YanıtlaSil

 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir