22 Eylül 2009 Salı

Atilla Çelik Röportajı {Bölüm 3}


Fenerbahçe geçtiğimiz sezona oranla daha hırslı, azimli ve arzulu diyebiliriz. Yalnız bu isteği, arzuyu lig maçlarında görüyoruz. Twente maçına baktığımızda lig maçlarındaki performanstan eser yoktu. Sizce bunda Aziz Yıldırım'ın ligde üst üste 3 şampiyonluk vaadi ve Daum'un ‘önceliğimiz Türkiye’ açıklamasının ne derece etkisi olabilir ve Fenerbahçe gibi bir kulübün Türkiye'yi hedef göstermesi ne derece doğrudur?
Atilla Çelik:
Aziz Yıldırım üç yıl peş peşe şampiyonluk sözü vererek asıl amacını ve hedefini belli etmişti aslında tüm Türkiye’ye. Bu söylemiyle, daha doğrusu verdiği bu sözle kendi takımına en büyük kötülüğü yaptı. Bir futbol takımının ülke içindeki başarıları elbetteki önemlidir ama o kulübü dünya kulübü haline getiren ve markalaştıran asıl şey Avrupa arenasındaki performansı ve yaptıklarıdır. Özellikle Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynadıktan sonra daha üst dereceleri hedeflemek varken, vizyonun en üst noktasıymış gibi Türkiye’de üç yıl peş peşe şampiyonluk hedefinin konulması şaşırtıcı bir durum. Bazı şeyleri aşmakta ve kapalı kalmamakta fayda var. Verilen bu söz Fenerbahçeli futbolcuları çok etkilemiş durumda ve üzerlerinde büyük bir baskı var. Maçlardaki agresif tutumlarının en büyük nedeni bu. Kaybetme korkusuyla oynuyorlar ve eğer kaybederlerse soyunma odasında başlarına gelebilecek şeylerden çekiniyorlardır belki de.


Beşiktaş ise Mustafa Denizli ile bir istikrar yaratma amacında. Ama bizim görüşümüz ellerindeki iyi kadroyu yeterince kullanamadıkları yönünde. Yanlış sisteme yanlış futbolcu tercihleri gelince de düşüş yaşandı. Siz Mustafa Denizli'nin Beşiktaş'ının geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Atilla Çelik:
Mustafa Denizli aslında çok deneysel bir hoca. Ne zaman ne yapacağını asla bilemezsiniz. Çok kurnaz ve akıllı hoca. Bunu geçen yıl en büyük rakipleri Galatasaray ve Fenerbahçe’nin durumuna bakarak ben bu tabloda rahat şampiyon olurum diyerek yarı yolda takımın başına geçerek kanıtlamıştı. Ama bu sezonun başında göreve devam etmek istemeyişi ve zorla ikna edilmesi dikkatle incelenmeli. Düşüncem odur ki, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin yaptığı hamleler sonrası Denizli Beşiktaş’ın mevcut kadro yapısıyla çok sıkıntı çekeceğini ve işlerin geçen yılki gibi olmayacağını az çok öngörmüştü. Geçen yıl Anadolu takımlarından puanları bir bir koparırken ezeli rakiplerine karşı oynadıkları futbolun sınıfta kalması, tabiri caizse argo anlamda takımın futbol anlamında ezilmesi bile bazı sorunların olduğuna işaret ediyordu. Mustafa Denizli her şeye rağmen bu takımı toparlayacaktır. Ama bunun için futbolcularına yüksek bir özgüven aşılamalı, bazı oyuncularını doğru yerde oynatmalı ve istikrarlı bir kadro oturtabilmelidir. Deneyler yapacağım diye sürekli değişiklikler yapıp takımı oturtana kadar atı alan Üsküdar’ı geçebilir.


Genel olarak Süper Lig'i ele alırsak sizce Dünya'nın neresindeyiz ve Süper Lig tahminlerinizi alabilir miyiz?

Atilla Çelik:
Dünyanın en iyi liglerinden biriyiz diyerek kendimizi kandırmamamız gerekiyor öncelikle. Sonuçta söz konusu ‘en iyi’ tabirini ‘oyuncuların bedeli ve gelen oyuncuların pahalılığı’ ekseninde yapıyoruz ki, bu kadar gereksiz ve fahiş transfer bedellerinin hiç hak etmeyen oyunculara boca edildiği bir ligde, bu ‘yalancı futbolcu değerleri’ne bakarak, “bakınız, ligimizin futbolcu değeri bu kadar, işte en pahalı 6. ligiz” gibi bir söylemle sıyrılmaya çalışmak boş laf olsa gerek. Türkiye’ye gelene kadar İngiltere, İspanya, Almanya, Fransa, İtalya gibi ligler var ki Rusya, Portekiz, Yunanistan gibi ligleri saymıyorum bile. Bir de Brezilya ve Arjantin ligleri var ki, olaya küresel anlamda baktığımız zaman bir çok anlamda o liglerin de gerisindeyiz. Ne zamanki bir çok Dünya ve Avrupa ülkesinde maçlarımız yayınlanır, liglerimizdeki takımlarımız adam gibi bir sistemle oynamaya başlar, bir plan dahilinde hareket eder, o zaman liglerimiz açısından dünyadaki yerimizi sorgulayabiliriz.

Süper lig tahminine gelince şampiyonluk yarışının Galatasaray ve Fenerbahçe arasında geçeceğini düşünüyor, Beşiktaş ve Trabzonspor’un bu iki takımı fazla zorlayacağını sanmıyorum. Beni en çok şaşırtan takımın Diyarbakırspor olduğunu söylemeliyim. Apar topar, sağdan soldan getirilen futbolcularla 15 günde toplanıp çalışmalara başlayan bir takımın an itibariyle bulunduğu konum takdire değer. Ankaraspor problemi nasıl çözülecek bilmiyorum ama Kasımpaşa ve Denizlispor’un bu kafa yapısıyla ligde tutunabileceklerini sanmıyorum. Sivas ise muhakkak toparlanacaktır ama zirve ile uzaktan yakından ilgisi olmayacaktır.

Türkiye Milli Takımını ele alırsak her şampiyonaya zorla katıldığımızı görüyoruz ama katıldığımız şampiyonalarda da başarılı olduğumuz gerçeği var. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz ve 2010 Dünya Kupası'na katılamamak bizleri ne derecede etkileyecek?

Atilla Çelik: Ulusça klasik bir özelliğimiz vardır. Rahatımıza çok düşkünüzdür ve zora düşmedikçe kendimizi sıkıntıya sokmayız. Bir de yıllardır beri gelen plansızlık ve sistemsizlik sorunumuz vardır ki, anı yaşayan bir takım görüntüsündeyiz. Bazı maçları ve son Bosna maçını saymazsak üst düzey maçlarda daha ateşli ve hırslı bir şekilde oynadığımız bir gerçek. Türk Milli Takımı’nın artık uzun vadeli bir planlamaya ve sistemleşmeye ihtiyacı var. Sadece hırs ve motivasyonla turnuva takımı olunmuyor. İnişli çıkışlı grafiklerin en büyük nedeni de bu.

2008 Avrupa Şampiyonası’ndaki etkileyici sonuç sonrasında 2010 Dünya Kupası’na katılamamak bir çok anlamda üzücü. Özellikle dünya futbol otoriteleri nezdinde dengesiz bir takım olduğumuz biraz daha ortaya çıktı ve futbolda söz sahibi olmak anlamında önemli prestij kaybı olacak. Rijkaard da ilgili sorunu Tam Saha dergisine verdiği röportajda mükemmel bir şekilde analizlemişti. Ama benim asıl üzüldüğüm şey, Milli takım bazında kendi ülkemizin futbolunu gösteremeyecek olmamızla beraber, bu turnuvada üst düzey performans gösterebilecek bazı oyuncularımızın transfer piyasasındaki değerini arttırma ve yurtdışına açılarak ülkemizi tanıtabilmeleri açısından işlerinin zora girmesidir. Örneğin, üstün performansını hem ligde hem de Avrupa Ligi’nde sergileyecek Arda’nın değeri 30 milyon euro olacaksa, bu performansını Dünya Kupası’nda iyice yukarı çekmesi hem kendisine talip olan takımların kalitesini yükseltecek, hem de değerini bir anda 40-45 milyon eurolara çekebilecekti. Bu da oyuncularımıza bireysel bazda kesilen ceza olsa gerek.



Türkiye demişken Fatih Terim'i anmadan olmaz. Kendisi Türk futbolu ve Galatasaray için önemli hizmetlerde bulundu. Siz Fatih Terim'i başarısız bulanlardan mısınız yoksa hakkını verenlerden misiniz?


Atilla Çelik: Fatih Terim’i geçmişte yaptığı işler nedeniyle başarılı bulan ve takdir eden biriyim. Ama son yıllardaki performansına baktığımızda aynı şeyleri pek söyleyemiyorum. Çünkü her geçen zaman egosu büyüyen, sinir katsayısı artan, oldukça gerginleşen ve patlamaya hazır bir bomba olan ruh hali ile bize kaybettirdiği şeyler de oldu Sayın Terim’in. Futbolcu seçimleri ve sahaya sürdüğü on bir konusunda dahi sorgulanabilecek bir duruma geldi. Fatih Terim gibi birinin kendisini bu konuma getirmemesi gerekiyordu. Mesela ülkemizde ve gurbette o kadar kaliteli oyuncularımız dururken sağ açıkta asla istikrarı sağlayamamış Kazım’ı tercih etmesi, bir çok kaliteli oyuncumuzu küstürmesi, sakatlık yaşandığı zamanlarda bile onları küstürmesi nedeniyle onlardan yararlanmaması, Mustafa Sarp formunun zirvesindeyken Ceyhun gibi tecrübesiz birini tercih etmesi, kısacası ilgili dönemlerde en formda ve en iyi zamanlarındaki oyuncuları hangi takım olursa olsun tercih etmeyip sürekli alışık olduğu, kader ortaklığı yaptığı isimleri tercih etmesi bu konuma getirdi bizleri. Halbuki Piontek sonrası bildiğimiz Terim oyuncunun takımına, durumuna bakmaz, iyi olanları olduğu gibi alır ve onlara güvenerek yer verirdi.

Son günlerde kafayı taktığımız bir konu var. Ukrayna Ligi'ne baktığımızda çok gevşek bir yabancı kontenjanı var. Her takımda 13-14 yabancı görebiliyoruz. Ama hem Ukrayna takımları Avrupa arenasında çok istikrarlılar, hem de U19 Milli Takımları Avrupa Şampiyonu oldu. Lig değerine baktığımızda Dünya sıralamasında 11. sıradalar. Biz her sene büyük yabancılar almamıza rağmen başarılı olamıyoruz. Sizce ülkemizdeki yabancı kontenjanı çok mu gerekli?

Atilla Çelik: Peki sizce bunun nedeni ülkedeki yabancılar mıdır, yoksa planlı ve programlı bir sisteme sahip olamamak mıdır? Ülkenize ne kadar iyi yabancı gelirse gelsin, eğer ülkeniz futbolcularından mükemmel bir havuz oluşturmazsanız, bu havuzu uzun vadeli bir çalışma ile bir sisteme bağlamazsanız ve uzun yıllar yan yana oynayan bir makine takımı yaratmazsanız, bir yabancı kontenjanınız da olsa on üç kontenjanınız da olsa değişen ne olacaktır?


Real Madrid ve Manchester City bu sezon yaptıkları transferlerle Dünya futbol ekonomisinin dengelerini yerinden oynattı. Yerinde endüstrinin futbola yararlı olduğunu düşünüyoruz ve sizin bu konuda düşünceleriniz neler? Real Madrid ve City kantarın topuzunu kaçırdı mı?

Atilla Çelik:
Hani derler ya, zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış diye, bizimkisi de aynı hesap olacak. Eğer bizim sahibi olduğumuz kulüp de o kulüplerin sahip olduğu potansiyele, mali güce, rahat borç alabilme durumuna ve bol paraya sahip olsaydı, bizler de aynı derecedeki oyuncuları elde etmek ve takımı ona göre kurmaya çalışabilirdik. Ama Real Madrid’i bir nebze ayırmak lazım City’den. Çünkü Real Madrid dünyanın en büyük markası ve yüzyılın kulübü sayılacak bir kulüp. Bir ağırlığı var ve bu ağırlıkları son yıllarda arka planda kalıyordu. Birkaç yıldır Barcelona’nın gölgesinde kalmış bir Real Madrid gerçekliğinden söz ediyoruz. Bu gerçeklik ilgili kulübün belediyesini bile takıma yardımcı olma isteğine yöneltiyor. İspanya’nın tarihsel ve siyasal kökeninden gelen Franco yandaşlığı ve karşıtlığı da söz konusu olunca Franco yandaşı kulüp olarak anılan Real Madrid’in attığı adımlarda bir lükslük durumu söz konusu olacaktır. Futbolun her geçen zaman büyük paraların döndüğü bir endüstri haline gelmesi inanılmaz rakamları ortaya çıkardı ama bu endüstrisinin tek bir futbolcu için 94 milyon euroyu heba etmesi sağlıklı bir durum değildir. Çünkü tek bir oyuncuya verilen 94, 65, 50 milyon euro gibi rakamlar ilgili takımları tam bir takım haline getirmiyor ya da kupaları, mücadele etmeden, ter dökmeden, oynamadan, takım olmadan kulübün müzesine koydurmuyor. Öyle bir zaman gelecek ki, kulüpler için asıl potansiyelin ve takım olma olgusunun kulüplerin alt yapısında yattığı ve kulübün kendi öz kaynağının daha değerli olduğu anlaşılacaktır. Barcelona örneğine göz atmamız bile yeterlidir. Sahi! Son yıllarda futboluyla bizleri büyüleyen, kaldırılmadık kupa bırakmayan Barcelona, bu başarıları elde ederken ilk on birinde kendi öz kaynağından kaç futbolcuya yer vermişti?

Real Madrid 250 milyon euronun üzerinde para harcayarak ikinci Los Galacticos takımını kurdu. Öte yandan Barça, başta Zlatan olmak üzere bir kaç nokta transfer yaparak mes que un club olma özelliğini sürdürüyor. Sizce bu sezon büyük rekabette gülen taraf hangisi olur?

Atilla Çelik: Bir önceki sorunun son cümlelerine bakanlar ve okuyanlar cevaplarını almışlardır diye düşünüyorum. :)

Şampiyonlar Liginde geçen sezon özellikle yarı final ve final mücadeleleri büyük heyecan yaşattı futbolseverlere ve 2008-2009 sezonunun Şampiyonlar Ligi ipini Barça göğüsledi. Bu seneki Şampiyonlar Liginde ilk hafta tamamlandı. Bu sezon için konuşmak gerekirse hangi takımı daha yakın görüyorsunuz bitiş çizgisine?

Atilla Çelik: Belli bir sisteme sahip olup futbola dair bir çok güzelliği çoktan gerçekleştirmiş olan, ne yaptığını bilen, gözü kapalı futbol oynayan, bunu hız, bilgi, beceri ve ustalıkla birleştiren takımların savaşı belirleyecek bir kez daha. Bir kez daha herkes güzel futbol izlemeye çalışacak ama hepsinin arasında bir takım özellikle yine parlayacak. Attıkları her adımda doğruları yapan kulüp olan Barça, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da en büyük favorim. Diğer favori takım ise Chelsea olacaktır diye düşünüyorum. Tabii futbol bu, futbol tanrılarının bize ne gibi sürprizler getireceğini bilemiyoruz. Ama tamamen kağıt üstündeki futbol verilerini teraziye koyduğumuzda görünen bu. Şahsen Liverpool ve özellikle Manchester United’ın geçtiğimiz yıllardaki performanslarından bir nebze uzak olabileceklerini, hayal kırıklığı yaratabileceklerini hissediyorum. Real Madrid ise bana göre hala bir muammadan ibaret.

Faal futbolcuları ele alacak olursak Türkiye'den ve Avrupa'dan birer 11 kurmanızı istesek..

Atilla Çelik:
Türkiye’den dendiği için bizzat Türkiye içinde oynayan oyuncuları dikkate alıyorum; gurbetçileri değil.

Volkan – Gökhan Gönül – Eren Güngör – Servet Çetin – Hakan Balta – Sabri Sarıoğlu - Arda Turan – Emre Belözoğlu – Nihat - Semih – Sercan Yıldırım..

Buffon – Dani Alves – Puyol – Terry – Maicon – Messi – Xavi – Kaka – Ronaldo – İbrahimoviç – Torres.


Blogunuz Kayıp Zamanın Peşinde Haziran ayından beri yayında. Ne durumda bugünlerde? Memnun musunuz gidişatından?
Atilla Çelik:
Aslında bloga başlarken bu kadar çok yazmayı, ilgi göstermeyi beklemiyordum. Bunun yanında bu kadar ilgi alacağımı ve bazı kemikleşmiş takipçilere sahip olacağımı da beklemiyordum. Normalde başlangıç itibariyle arka planda duruyor ve sadece yazıları yazıp koyuyordum. Zamanla sizlerin de yardımıyla bu yazıları biraz daha paylaşmam ve blogumdan haberdar etmem gerektiğini fark ettim. Ne zaman ki geçenlerde Harry Kewell ile Avustralya’da yapılmış röportajı ülkemizde derleyip toparlayan tek platform Kayıp Zamanın Peşinde oldu, o noktadan sonra bir çok insan fikir sahibi olabildi blogum hakkında. Gayin – Sin ve geldidersin gibi oluşumların da blogun tanınmasında önemli etkileri oldu. Galatasaray Dergisi’nin Eylül sayısında blogun tanıtılması işin tadı, tuzu, biberiydi. Şu anki gidişattan gayet memnunum. Her geçen gün yazıların ve blogun farkına varmaya başlıyor insanlar.

Beni üzen şeye gelelim. Blogum tek başına futbol blogu değil. Futbolu her anlamda yazan yeterince blog var zaten. Birbirinin kopyası olabilecek bloglardan biri olmanın gereği yok. Futbolun yanında edebiyat, müzik, sinema, felsefe, tarih, araştırma, samuraylar diye uzayıp giden sonsuz konu seçeneği söz konusu blogumda. Ama bazı kemik okuyucular hariç daha çok futbol ile ilgili yazılar takip ediliyor. İsterim ki, bütün yazılar aynı değeri görsün. Ama şunu da kabul ederim ki, eğer futbolu da yazıyor olmasaydım bu kadar kişi takip bile etmeyecekti. Futbol hayat gibi ve haliyle büyük etkisi var. Fakat içerik itibariyle ülkemizdeki en özgün ve farklı bloglardan biri olduğunu gözlemliyorum. Çünkü her türlü yelpazeye yer var ve her kesimden insana hitap edebilme durumu ortaya çıkıyor.


Sportif Cümleler'i soralım Kayıp Zamanın Peşinde'den sonra.. Dışarıdan bakan bir göz olarak Sportif Cümleler nasıl gidiyor?

Atilla Çelik: Sportif Cümleler öncesi şu an blogda çaba gösteren yazarların durumlarını ve yazılarını hatırlıyorum. Bir de Sportif Cümleler sonrası ilgili yazıların her geçen gün geliştiğini, bir ilerleme kaydedildiğini ve ufkun genişletildiğini. Spor bloglarına bakarsanız genelde tek bir yönde yoğunlaşma vardır. Futbol olmazsa olmazdır ve diğer spor branşları ardından gelir. Ama sporu bütün olarak ele aldığımızda spora spor anlamında, her açıdan yaklaşan pek blog yok. Daha doğrusu, varsa da ben rastlamadım. Belki futbol hakkında ya da birkaç branş hakkında söyleyebileceğim şeyler vardır ama Sportif Cümleler’in el attığı tüm branşları ve bu branşlara dair yazılan yazıları takip ettiğimde, ben ne kadar ilgiliyim sporla diye kendime sormadan edemiyorum. Her geçen gün kendinizi geliştirdiğiniz, daha fazla bilgiyle dolduğunuz belli oluyor.

Eğer illa olumsuz bir eleştiride bulunmamı isterseniz şunu söyleyebilirim. Yazılarınıza edebi üslubu aktarıp bazı imla hatalarını minimuma indirgerseniz çok daha etkili olacağınızı düşünüyorum. Olaya salt haber vermek ya da bir şeyi yorumlamak olarak bakmamak lazım. İçten gelen bir duygu, yoğun bir coşkunluk hali ve kendinize ait bir nefesi üfürmeniz lazım. İşte o zaman Sportif Cümleler çok ama çok daha farklı bir platform olacak. Bunun için edebi bir üsluba da ihtiyaç duyuluyor. Bu noktadan sonra bir bakmışsınız, bloga bile sığmamışsınızdır, sizleri farklı arenalarda görüyoruzdur. Sürekli okuyarak, araştırarak, inceleyerek ve kendinizi sürekli geliştirmeyi şiar edinerek daha fazla kitleye hitap eden bir blog haline gelmemeniz için hiçbir sebep yok.

Son olarak sorduğunuz sorular ve bu röportaj için çok teşekkür ediyorum. Umarım daha iyi yerlere gelirsiniz. Sonsuz başarılar.

Biz sana teşekkür ederiz Atilla Abi bayramda seni ağırlamamıza izin verdiğin için. Şimdi gelelim senin için hazırladığımız asıl sürprize.. Büyük ihtimalle bundan seninde haberin yok. Yani biri ağzı gevşeklik yapmadıysa olmaması gerekiyor :)) etrafından ulaşabildiklerimize seni sorduk. Bir kaç cümle ile Atilla Çelik'i anlatır mısınız? dedik. İşte aldığımız cevaplar;

Burak Eren; Yaklaşık bir sene önce tanıştığım, Karadeniz'e damga vuran insan, büyük Galatasaray'lı, Kewell tarikatına üye, bana her zaman yol göstermeye çalışan ulu bilge diyorum kendisine.

Serap Bahar; Kısa süre önce tanışmış olmamıza rağmen kendisinin ne kadar sıcakkanlı ve bilgili olduğuna bizzat şahidim. Seviyorum böyle herşeyden çok iyi anlamasına rağmen egosu sıfırlanmış insanları. Atilla Abi bu tip insanların vücut bulmuş halidir. Eee Kewell onun Arda da benim olduktan sonra nema problema :))

Kansu Vargün; Galatasaray izlemeyi çok seven,Galatasaray'a can-ı gönülden bağlı bir isim...

Refik Akkülah; internet alemininde bir çırpıda okuduğum yazıların sahibi: Atilla Abi !

Anıl Tatar; Yazdığı yazının öznesi, dinlediği müziğin notası olduğumdur Atilla. Atilla diyorum samimiyiz çünkü. :D Yok abi'dir. Saygıda kusur etmediğimdir. Her şeyi geçiyorum 50000 nüfuslu Rize'ye metal müzik getiren adamdır. Yoksa hala İsmail Türüt dinliyorlardı. Şaka bir yana yazarken, bir şeyler verebilen, düşünmeye zorlatan biridir Atilla Çelik. Yaşımıza bakmadan arkadaş gibi, abi gibi konuşur. O rahatlığı bize de gösterir. Peygamber tabii ki değildir ama şu sanal dünyada tanıdığım yegane vezir-i azamdır. :D Sevgiler Atilla abime.

Arzu Keskin; Sussa bile dünyaya öğretecek çok şeyi olduğuna inanıyorum...

C. Cengiz Çevik; Frak giymemiş bir penguen gibisin Atilla. Dilinin altından çıkar madleni, fincanın dibine koy. Tadımızı bozma. İnce bir bıyık bırak, kendine çizdiğin dairenin içinde kal.

Abdullah Taşan; Atilla Çelik benim için çok çok önemli bir dost. Bu manevi yakınlık hissim, yaşlarımız, çalışma hayatlarımızdaki benzerliklerin getirdiği bir ortak bakış açısından öte birşey. Daha önce hiç görüşememiş ve tanışamamış olmamıza rağmen, Atill Çelik benim için "can ciğer kuzu sarması"dır. Öyle yada böyle bir yerde karşılaşılacak ve 1-2 kadeh birlikte yuvarlanacak, diyaloğun daimi ve pozitif olarak devam edeceği kişidir.

Son olarak.. Ricamızı kırmayıp bu cümleleri kaleme alanlara, okuyan sizlere, cevaplayan Atilla Abi'ye sonsuz teşekkürler. Çok keyifli röportajların birinin daha sonuna geldik böylece. Herkesin bayramı tekrar mübarek olsun..

4 yorum:

  1. İnanın, röportajın sonlarına geldiğim zaman şok oldum, gözlerim doluyordu. Beklemiyordum böyle bir sürpriz. Beton gibi kalakaldım bir anda laptopın başında. Bu duygularınız ve düşünceleriniz için nasıl teşekkür edebileceğimi de bilemiyorum. Halet-i ruhiyemi kaplayan en büyük şey şaşkınlık ve mahcubiyet hali oldu. Bunca cümlelerinizden sonra ne desem bilemiyorum ki. Hani bu hayatınız boyunca aldığınız en güzel hediye gibi bir şey olsa. Asla çok büyük parala bile değişilemeyecek kadar ince bir nezaket.

    Her şey ama her şey için çok teşekkür ediyorum. Gözlerimiz doldurdunuz ve sizleri seviyorum.

    Hepinizin bayramını bir kez daha kutluyorum ve yanaklarınızdan öpüyorum.

    YanıtlaSil
  2. Ne demek daha iyilerini bile hakediyorsunda bizim elimizden gelen bu :) yardımcı olan arkadaşlara tekrar teşekkürü bende borç biliyorum.

    Tekrar kutlarım bende bayramını :)

    YanıtlaSil
  3. Ya zaten Atilla Abi'yi daha derinden GSCimbom'dan biliyoruz elbette. Ama blog aleminin tanıması adına çok iyi bir röportaj girişimi olmuş.

    YanıtlaSil
  4. Çok güzel bir röportaj olmuş emeğinize sağlık, ben de Atilla Abi'nin blogunu geç de olsa takip ederekten ulaştım röportaja..
    Blogunuzu yeni inceledim ve çok beğendim, ancak naçizane bir eleştirim olacak, üniversitedeki hocam Erol Mütercimler'in bende bıraktığı izlerden biridir bu. Blogunuzun sağ tarafındaki bölümde Atatürk resminin üstünde "İzindeyiz" yazıyor. Son dönemde yaşananlardan sonra herkes bu konuda izne ayrılmış konumda, bu durumdan elini eteğini çekmiş durumda. Ben "Atam İzindeyiz" tabirini bu nedenle kullanmaktan sakınmaya ve bunun yerine "Takipçiniz", "Eserinin bekçisiyiz" gibi tabirleri kullanmaya başladım..Karar tabii ki sizin..
    Saygılar,
    Orçun (sporlog.com)

    YanıtlaSil

 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir